Bu Blogda Ara

29 Aralık 2009 Salı

kpss götümü Ye


COĞRAFYA
Hoca: Laterit kızıl renkli topraklara denir. Yıkanmış topraklardır bunlar.
Kız: Yıkanmış derken hocam?
Hoca: Yani bol yağış alan değil mi? Çok sulanan topraklardır.
Hoca: Bunları yazarsanız iyi olur siz bilirsiniz.
Kız: Yazalım mı hocam siz söyleyin. Yani...
Hoca: Alim unutmuş kalem unutmamış.
Hoca: Yani çocuklar coğrafya net tarih gibi öyle ha benim yorumum bu, senin yorumun şu, yok neyse ne! Bu nedenle işimiz daha kolay. Gitti mi tam gider yani soru!
Diğer bir kız: Evet hocam
Hoca: bi ara verelim mi sıkıldınız mı? (Sınıf sessiz kalır ara verilir. Derse gelen hoca bir saat daha anlatır, testler vererek gider)
TARİH
Hoca: Merhaba
Sınıf: Merhaba(cılız ve ölü bir tonda)
(hoca zaman geçirmek ister gibi kürsüye geçer ve önündeki notları karıştırır)
Kızlardan biri: Hocam Test 11 in cevaplarını vermediniz.
Hoca: Vermedim mi?
Kız: Vermediniz hocam.
Hoca: Haaaaa tamam ben bi içeri bakıp getiriyim.
(bir kaç kişinin kendi arasında fısıldaşmasını saymazsak sınıf sessizlikten ölmektedir.)
Hoca: Evet. Osmanlı Devletinin kuruluşu test 11 değil mi? Elinizdeki bu değil mi sizin?
Önden Biri: Evet hocam Test 11.
Hoca: Bir adana iki bursa üç bursa dört ceyhan beş adana altı edirne...
(yarım saat sonra)
Hoca: Türk milletinin demokrasi kültürü yoktur arkadaşlar. Osmanlıdan beri padişah, yani yönetici tanrı gibidir. Osmalının en büyük özelliği nedir vatandaşına kul diye bakar. Öyle görür.
Askerin olduğu yerde de demokrasi olmaz. Geçen televizyonda izledim geçen dediğim dündü galiba, bir kaza oluyor istanbul'da polis gelmiyor tabi ambulans gelmiyor. Arabasından çıkanlar bir araya geliyor ve polisten ambulanstan önce "asker nerde" diyor. Yani biz böyle bir milletiz. Bizde şekil önemlidir şekil tamamsa içi boş olabilir. Neyse bi ara verelim devam ederiz... Arkadaşlar çok da panik yapmayın ben böyle ders dışı konuyu biraz dağıtıyorum, nisan mayıs aylarında soruyu okumadan cevaplayacaksınız yani… bi de bizim avantajımız coğrafya gibi değiliz biz soru tipleri belli o nedenle bi konuda farklı ne sorabilirler biz hepsini göreceğiz o yüzden kasmayın, hadi bi ara verelim.
(sınıf hocanın anlattıklarından etkilenmiştir "ulan ne güzel konuşuyo herif yaa" der gibi hocaya bakmaktadır. Çok yavaş adımlarla herkes dışarı doğru yönelir)
MATEMATİK
Hoca: Hahahahaha bulurum ama seni! (derse girmeden dışarda dersine giden başka bir öğrenciyle gırgır yaparak) Merhabaa nasılsınız çocuklar görüşmeyeli?
Sınıfta Herkes: İyiiii!!! (gımgum namnum edenlerle birlikte)
(biraz elindeki notlarla uğraşarak)
Hoca: Ben test 12 nin cevaplarını verdim mi?
Kız: Yok hocam vermediniz.
Hoca: Tamam nerdeydi buuuu şu değiiiill bu sizinki değiil. Ben ona içeri bi bakıyim.
(hoca gelene kadar sınıfta müthiş bi sessizlik hakimdir kimse hocadan başka kimseyle konuşmam havasındadır kahramanımız da müthiş bi sessizlik içindedir fakat bundan rahatsız olduğunun farkında olan tek kişi olduğunu düşünür bu süre içinde...
Hoca: (hızla sınıfa girer ve yüzünde her şeyi nasıl da size öğreteceğim gülümsemesi hakimdir mimiklerine) Test 12 idi değil mi?
Önden biri: Evet hocam.
Hoca: Bir adana iki adana üç bursa dört edirne beş ceyhan altı denizli...
Kızlardan Biri: Hocam dördü tekrar söyleyebilir misiniz?
Hoca: Dört ne dediiik edirne...(bu fasıl biter)
Hoca: Geçen hafta ne işledik
Kızlardan biri: Rasyonel sayılar
Hoca: Evet. Bu hafta köklü üslü onlara bakıcaz ikinci derste de bi deneme yapıcaz.
Herkes: aaaaaaa
Kızlardan Biri: Hocam ne gereği vardı. (milletin onun bu tavrına güleceğini bekler gibi iğrenç bir tavır takınır insanlar bazen bilirsiniz hani bi de sözü bitince yanındakinin omzuna yatar gibi yaparlar…)
Diğer Kız: Hocam bi de asalım sonuçları panoya(bu espri biraz tutmuş gibidir sınıta gülenler olur)
Hoca: Evet yapıcam bunu valla bak hahahahahah
Kız: Hocam yapmayın yaa!!!
(sınıf gümbür gümbür hocanın üstüne gider)
Hoca : Valla yapıcam hahahahahah
(hoca konuyu ağır ağır anlatmaya başlar konunun en önemli noktalarını verir 5-10 dakika sürer konu anlatımı kısmı...)
Hoca: Anlamayanlar panik yapmasın şimdi sorular üzerinde daha iyi oturur.
(hoca dersi acı acı anlatmaktadır kimsenin onu anlamayacağını düşünen bir ergen gibidir ses tonu. soruları bir bir çözer ama sınıf yine sessizliğini bozmaz kahramanımızın da matematik zayıftır ama harbi harbi ego yapmaktadır soru soramaz sonra kendim çalışıp tamamlarım eksiğimi der. Böyle bir sınıfta soru sorup da kendini onlardan aşşağı bir yerde konumlandıramaz her konuda onlardan daha bilgili olmalıymış gibi bir duyguya kapılır. Bu arada dışardan boğuk bir şekilde bağırtı çağırtılar duyulmaktadır. Bu sesin bir toplumsal gösteri sesi olduğunu herkes bir anda anlamaz ama kahramanımızı oradaymış gibi, sokaktaymış gibi heyecan basar birden eli ayağı titrer... Sınıfta homurdanmalar başlar.
Dışardan gelen ses: NE İSTİYORUZ ÖZGÜRLÜK NE ZAMAN HEMEN ŞİMDİ VERMEYECEKLER...
(sınıftaki homurdanmalar espri üstüne espri dediğimiz tarzda devam eder. Bir iki kişi kendi arasında fısıldaşıp gülmektedir. Kahramanımızda her an kötü bi şey olacakmış gibi bir his peydah olur bunu engelleyemediği için konsantresi de bozulur aklı hep dışarı takılmaya başlar.)
Uzun boylu sert yapılı bir erkek: Ne istiyolarmış?(bunu söylerken yüzünde öyle bir küçümseme hakimdir ki kahramanımız bunu tonlamadan ve insan yüzünde yarı gülücük denen ve sadece hunharca gülünmesi gereken anlarda yapılan o hareketten anlar. dudağın yarısı gülerken diğer yarısı hiç bişey yokmuş gibi davranır bu anlarda insanın.)
Dışardan gelen ses: (bir megafon eşliğinde herkesi rahatsız edecek bir desibelde) Bİ ŞEY YAPMALI HEEEEYYY Bİ ŞEY YAPMALI HEEEY Bİ ŞEY YAPMALI...
Bir Kız: Neyi vermiyolar ki bunlara allah allaaaahh?
Bir Kız: Hı hı alırlar? (yüksek sesle)
(kahramanımız dayanamamaktadır fakat kafadan rengini belli edip kitleden soyutlanmak gibi bir toplumsal cezası vardır bu işin bu baskı kahramanımızı tuvaleti gelmiş de daha sınavın bitmesine bir saat varmış gibi sıkıştırır.)
Bir Erkek: "Verecen zopayı bunlara cık cık cık" şeklinde tepkisini belirtir.
(kahramanımız bu kadar gerici nasıl bir araya gelmiş diye düşünmekten kendini alamaz. Fakat yapılacak o kadar az şey vardır ki. Burada bulunmak ve bu kitleyle derse girmek zaten bu adamların ideolojisini kabul etmek gibidir ona göre)
(sessizlik bir süre hakim olur dışardaki ses de durulmuş gibidir.)
Ve sonunda hoca da söz alır.
Hoca: O da eşittir 5 eksi 2 kök 3 (aniden soruyla ilgili başka bir şey bulmuş gibi sınıfa yüzünü döner.) Yani neden böyle yapıyolar anlamıyorum. Grev yapsınlar toplu iş bıraksınlar. Bağırınca ne oluyo ki hiç bi şey. Bana çok aptalca geliyo yani bağır bağır ne olacak?
(bu arada sınıfta müthiş bi sessizlik olmuştur herkes hoca sözünü bitirince söz alıp dışardakilerin ne kadar alçak olduğunu anlatmak için sıra beklermiş gibi hocanın ağzının içine bakar sınıf ibret duygusuyla dolar, kahramanımız hoca da söz alınca artık dayanamaz ve müdahale etmek zorunda kalır.)
Kahraman: Hocam siz ciddiye almıyorsunuz ama bu insanlar ciddi bir iş yapıyor, hak arıyor ve sistem onları ciddiye almak zorunda kalıyor
Dışardan gelen ses: naaaaniiiiinaaaaniiiiinaaaniiiiiinaaaaniiiiii
(bu sesin geçmesini bekleyerek devam eder)
Kahraman: Panzeriyle, akrebiyle, copuyla harcadığı gazıyla onların bu eylemini ciddiye almaktadır.
Dışardan gelen ses: fıtı fıtı fıtı fıtı fıtı fıtı fıtı fıtı
(helikopter sesinden kahramanımızın sesi duyulmaz olur ama sesini yükselterek tıpkı ajitasyon yapar gibi o da bağırmaya başlar sınıf şaşkınca onu izlemektedir.)
Eğer bizler burada bu ülkenin eğitimli insanları olarak hak aramazsak nasıl kuklalar gibi oynatıldığımızı bilmezsek bir oyunun içinde rolümüzü yapmaya devam edersek hiç bi şey değişmeyecek.
(kahramanımız defterini kitabını avuçlamıştır heyecandan ve artık burada daha fazla kalamayacağını düşünür sırasından hafif öne çıkar kapıya yönelir eliyle yaptığı hareketleri bi an gözünün önünden geçirdiğinde bir siyasetçi gibi davrandığını görür ve rezillikle gururu bir arada yaşar, sınıf bomboş gibidir... Sınıftakiler kahramanımızın söylediklerinden ziyade birinin bağır çağır sınıfı terk ettiğine şaşırmıştır.)
(bu arada dışardan gelen sesler sınıfta yankılanır.)
MİLYONLAAAAAAR AÇ MİLYONLAR İŞSİZ İŞTE KAPİTALİST DÜZENİNİZ...

28 Aralık 2009 Pazartesi

Açılım sırası bizde...

DTP kapatıldı BDP açıldı. Ne değişti? Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk resmi siyasetin dışına itildi. Devletin “sertlerin” önünü açtığı yargısı hakim. Ancak bardağın boş kısmı önemli. Yani kimlerin önünü (bu mecrada) kapadığı. Kuşkusuz bunda amaç Kürt siyasal temsiliyetini belli bir gruba daraltarak bir yandan meşruiyet krizi yaratmak iken aynı zamanda temsil edilmeyen grupların seslerini başka mecralarda çıkartmaya zemin hazırlamak. Ki bu gruplar arasında başta gelenler bölgede gittikçe palazlanan “bölge sermaye grupları”. Zaten bunların temsil edildikleri örgütler de ses vermeye başladı; Güneydoğu Anadolu Sanayici ve İşadamları Derneği, bölgedeki ticaret odaları, bazı “sivil toplum örgütleri”. Diğer gruplar arasında Kürt feodalleri, radikal İslamcı Kürtler ve elbette AKP’liler ve AKP’lileştirilecekler. Durumdan olumsuz etkilenen bir de Ufuk Uras var. Kefaretini ödemekte tereddüt etmeyen Uras, yeni partisinin meclisteki temsilcisi olamayacak gibi görünüyor.

PKK’nin bu sürece vereceği kontratakları elbette olacaktı. Zaten PKK’yi bu kadar uzun süre Kürtlerin tek siyasal yapısı halinde tutan en önemli özelliğinin reel politiker tarz olduğu düşünülürse bu süreci de atlatabilmesi mümkün. Yeni bir keşif yapmalarına gerek de yok. Çünkü aynı şeyi defalarca yaptılar. Alfabede 29 harf var. (“Ğ” başa gelmediğine göre 28X28+P). Yeni bir parti ve Ahmet Türk gibi biraz daha “dış çeperden” birkaç güçlü temsilci. Ve en azından işin başında daha geniş bir söylem.

DTP’yi kapatan devlet kısa bir moladan sonra da PKK’ye yönelmiş görünüyor. AKP’nin Kuzey Irak çıkartmasının (MİT’çiler, emniyetçiler, üst düzey komutanlarla birlikte) ve Barzani’yle yapmaya çalıştığı pazarlıkların, Erdoğan’la Washington’da yapılan planların parçalarından biri olduğu aşikar.

AKP’nin “PKK’yi tasfiye etme planı” daha çok iniş çıkışlar gösterecek. Bir gün önce “iç savaş çıktı” korkusu yaşayan ülke, bir gün sonra hiçbir şey olmamış gibi algısını değiştirebiliyor. Siyaset yapıcıları ve analistleri bu kadar soğukkanlı değil oysa ki. Bu çorba daha çok su kaldıracak. AKP ve MHP, iç savaş korkutmacasını bir siyasal blöf olarak kullanmaya devam edecekler. Hatta zaman zaman PKK bile. AKP, kontrolü elden çıkarmamak için parti örgütüne ve ondan ötesi cami örgütlenmesine güveniyor, MHP ise “ocaklarıyla” kurduğu emir-komuta zincirine. Kontrolü kaçırmak, isteyecekleri en son şey.

Kürt gündeminden kurtulmak isteyen AKP, gündemin değişmesine sevinemedi bile. Büyük ihtimalle gündem değişikliği için “Ergenekon’a” güveniyordu. Servis edilecek haberler hazırdı. Erzincan’daki özel savcının icraatları, yeni tutuklamalar ve Arınç’a suikast planı. Bu arada Arınç operasyonundan anlaşıldı ki İçişleri Bakanlığına bağlı emniyetin kadrolarının önemli bir kısmı AKP’lileri korumakla görevlendirilmiş.

Erdoğan’ın gündem değişikliği için en son isteyeceği şey emekçilerin tepkisiydi kuşkusuz. TEKEL işçileri, demiryolcular ve hiç ummadığı itfaiyeciler. Emekçilerin art arda gelen güçlü tepkileri. Üstelik “solcu provokatörler fitneledi” yalanına bile sığınılamazdı. Erdoğan’ın yapabildiği tek şey; CHP ve MHP’ye dönüp “sizin döneminizde de özelleştirmeler yapıldı, siz de işçileri kapı önüne koydunuz” demek oldu ki bu konuda sonuna kadar haklı. Ama emekçilerin direnişi karşısında, sermayenin sözcülüğü dışında yaptığı bir şey yok; bu konuda da sonuna kadar haksız ve gayrı meşru.

***

Her şeyin açılımını yapmaya pek hevesli olan AKP iktidarı neden “emek/işçi açılımı” yapmayı aklına getirmez? Üstelik açılım yapıyoruz diye iddia ettiği konuların çoğunda sadece laf üretirken, bu konunun lafını bile etmekten kaçınır...

Çünkü sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda neoliberal dönüşüm programını uygulamak üzere iktidara gelen AKP’nin, emekçilere; bütün kamusal haklarının gasp edilmesinin yanında, güvencesiz, sendikasız, köle ücretine mahkum oldukları bir çalışma yaşamından başka vereceği bir şey yok. Bir yandan eğitim, sağlık, ulaşım, enerji gibi halkın en temel yaşamsal ihtiyaçlarını paralı hale getirirken diğer yandan asgari ücretin belirlenmesinde sefalet ücretinde ısrar edenlerin uyguladığı bu neoliberal politikaların yarattığı toplumsal yıkım, “emek/işçi açılımı” lafının propagandasıyla bile örtülemeyecek kadar büyük.

Ya da kadın açılımı? AKP’nin ağzına alamadığı bir başka konu. “Türban simgedir” diyerek kadını nesneleştirenlerin, ceza yasasında, sosyal güvenlik alanında yaptığı yasal değişikliklerle kadınları daha da korumasız ve güvencesiz bırakanların, “üç çocuk doğurun” fetvaları vererek, imam nikahını fiilen resmileştirerek ve küçük yaşta evlilikleri yaygınlaştırarak yaratmak istedikleri toplumsal yapıda, başına “kadın” eklenerek telaffuz edilecek bir “açılım”a gerek yok. Anti-demokratik, feodal diye eleştirdikleri DTP’nin kadın milletvekillerini, törelerine saygıda kusur etmeyen ve evde çocuk bakan kadınlar olarak görmek isterdi Tayyip Erdoğan.

Ve Alevi açılımı… Bir zamanlar “Cemevleri cümbüş evleridir” diyen Erdoğan, şimdi 2010 yılının ilk yarısında Alevi açılımı yapacağını söylüyor. Kim inanır? İnansa inansa İzzettin Doğan. Maraş’ın Çorum’un, Sivas’ın sorumlularının Alevilere verecek hiçbir şeyleri yoktur. Verseler verseler Ökkeş Kenger’i (katliamın sorumlularından olduğu açığa çıkınca soyadını değiştirerek Şendinler yaptı) Alevilerden sorumlu bakan olarak verirler. İktidara geldiği günden itibaren tarikatlara-cemaatlere sağladığı olanaklarla, kadrolaşma ataklarıyla, İmam Hatip Liselerini avantajlı liseler haline getirme çabalarıyla siyasal İslam’ı hakim ideoloji kılmaya çalışan AKP’nin bir yandan da “Alevi açılımı”ndan söz etmesinin ardındaki gerçek kendi Alevi’sini yaratma operasyonundan başka bir şey değildir. Bu sürecin belki de en olumlu yanı, Alevilerin siyasal sürece katılımındaki tek kanal olan CHP dışında yeni arayışların yeniden belirmesi. Bunun için ise geçmişimiz olumlu ve olumsuz derslerle dolu. Maraş katliamının yıldönümünde AKP’den ya da CHP’den medet uman yaklaşımlar yerine, tekrar hatırlanması gereken bir tarihimiz var. Maraş katliamının birinci yılında; 1979’da yapılan TÖB-DER boykotu ve direnişler...

Politika tekrardır, tekrar edelim…

AKP iktidara geleli 7 yıl oldu. Erdoğan ve partisi AKP için 2010 yılı zorlu geçecek çünkü seçim yılı olan 2011’de yapamayacaklarını “bir şekilde” yapmak/yetiştirmek zorunda.

Öncelikle henüz neoliberal dönüşüm programı tamamlanmadı. Kamusal alanın tasfiyesi, halkın en temel haklarının gaspı, güvencesiz-sendikasız- taşeron çalışmanın emek alanına hakim kılınması için “özel istihdam büroları”, “bölgesel asgari ücret” ve “kıdem tazminatının kaldırılması” gibi, yapılması gereken düzenlemeler, bürokratlarının “gerekirse hukuku dolanırız” demek zorunda kalmaması için çıkarılması gereken yasalar, tamamlanması gereken özelleştirmeler var. Danıştay engeline takıldığı için satılamayan ve iki yıldır AKP’nin gündeminde olan köprü ve otoyolların özelleştirilmesinin önündeki “Danıştay engelini” kaldırmak için Karayolları Genel Müdürlüğü yasasında değişiklik tasarısı şimdiden hazırlandı. Fatih Sultan Mehmet ve Boğaziçi köprüleri ile 9 otoyol projesi 2010 yılında yeniden ihaleye çıkarılıyor. 2010 sonuna kadar elektrik dağıtım özelleştirmelerinin büyük oranda tamamlanması hedefleniyor.

Tüm bunları yaparken yandaş İslamcı sermayenin güçlendirilmesi gibi bir görev var. Öte yandan Ergenekon operasyonu ile başlayan, kontrgerilla ve ordunun yeniden yapılandırılması, kadrolaşmanın tamamlanması gerekiyor. Yine yargının neoliberal politikalar önünde engel olmaktan çıkarılması ve ele geçirilmesi için “yargı reformu” adı altında yeniden yapılandırılması AKP’nin öncelikli gündemleri arasında. Ayrıca iktidar olmanın maddi–manevi nimetlerinden yararlandırdığı, koruyup kolladığı cemaatler-tarikatlar için yapacakları daha bitmedi. İmam Hatiplilerin üniversiteye girişini zorlaştıran katsayı engelini bile “iki ileri bir geri” taktiği ile ancak kısmen çözebildiler.
2010 AKP için saldırı, bizim için mücadele yılı olacak.

Biz onlara “hak açılımı” yapacağız

AKP hükümeti, asgari ücrete yapmayı düşündüğü 15 liralık komik zamla, bir an önce yasalaştırmak için uğraştığı “Özel İstihdam Büroları” ve “Bölgesel Asgari Ücret” uygulamalarıyla, elektriğe, doğalgaza yapılan ve yapılması planlanan zamlarla, bütün külfeti emekçinin sırtına yıkılan 2010 bütçesi ile önümüzdeki yılı işçilere ve yoksul emekçi halka açıkça saldırı yılı ilan etti.

Geçtiğimiz hafta içerisinde yaşananlar AKP’nin demokrasicilik oyununun sahteliğini ve ikiyüzlülüğünü belki de yedi yıllık iktidarında hiç olmadığı kadar geniş kitleler nezdinde açığa çıkardı. Taşeronlaştırma yoluyla yandaş sermayeye emeğinin peşkeş çekilmesine, kazanılmış haklarının ortadan kaldırılmasına karşı çıkan itfaiye işçileri… Grev hakkını kullandığı için işten çıkartılmayla yüz yüze gelen demiryolu emekçileri…

Güvencesizleştirme saldırısına karşı emeğini ve çocuklarının geleceğini savunmak için Ankara sokaklarını dolduran 12 bin TEKEL işçisi… Hakkını arayan ve haklarını savunanlara karşı tazyikli su, biber gazı ve coplar. Üstelik sadece “dağıtmak” için değil, yerde yatan insanların başını, tekrar tekrar saldırarak, tepelerine gaz sıkarak “ezmeye” çalışan ve aslında tüm topluma mesaj veren bir siyasal iktidar.

Belli ki, artık AKP’nin sosyal hak gasplarını ve güvencesizleştirme saldırısını hayata geçirmek konusunda hiç tavizi yok.

Bizim de tavizimiz yok! Sınırımız da neoliberal düzen ve onun kuralları değil. “Hak açılımı” da bu düzene zaten sığmaz.

Asgari ücret, sadece “emekçiye bir ayda kaç para yeter” belirlemesi değildir. Emekçinin yaşamını sürdürebilmesi için parasız olarak karşılanması gereken miktarda doğalgaz, elektrik, sudur. Barınabileceği sağlıklı bir konuttur…

Ulaşım hakkı, sadece ulaşıma yapılan/yapılacak zamların engellenmesi değildir. Toplu ulaşımın tamamen parasız olmasıdır.

Eğitim hakkı, sadece yıl boyunca “bağış” adı altında toplanan paraların alınmasının engellenmesi değildir. Parasız, nitelikli, anadilde eğitimin sağlanmasıdır.

Sağlık hakkı, sadece katkı payının arttırılmasını engellemek değildir. Her türlü sağlık sorununun çözümü için “nüfus cüzdanı”nı yeter hale getirmektir.

Hak kazanımlarımızla dolduracağımız bir yıl dileği ile…

23 Aralık 2009 Çarşamba

Sesi çıkmaz gecenin... Fotoğraf karelerinde kalır zaman. Yakaladım sanırsın, merak ettiğin sözcükler sıkışıp kalmıştır oysa. Durup öylece bakakalırsın. Nefes tutarsın…

İki ucunda sallanan salıncaktır duygular.

Neyi protesto ettiğini unutmadan yaşamalı. Neye kızdığını, neyi neden tercih ettiğini. Bulanıklaşırken arka fon tutup bir yerinden çıkarmalı netliğe. Netlik, kazısa da zihni…

Yapmak istediklerini hatırlatmalı insan kendine. Bütün fotoğraflar bunu yansıtmalı.

Gece aydınlık bir gün olmalı. Nefes her zaman bırakılmalı.

19 Aralık 2009 Cumartesi

Nefesin tatlı,
Gözlerin gökyüzündeki iki mücevher gibi,
Sırtın düz, saçın pürüzsüz,
Yattığın yastıkta.

Ama şefkat sezmiyorum!
Ne minnettarlık ne sevgi.
Sadakatin bana değil,
Yukardaki yıldızlara...

Yol için bir fincan kahve daha,
Bir fincan kahve daha, ben gitmeden
Aşağıdaki vadiye.

Baban, o bir kanun kaçağı
Ve mesleği avarelik!
Sana seçmeyi ve ayırmayı öğretecektir
Ve bıçağı fırlatmayı.
O krallığına gözkulak oluyor,
Böylece yabancılar rahatsız edemez...
Sesi titriyor, seslenirken
Yeni bir tabak yemek için.

Yol için bir fincan kahve daha,
Bir fincan kahve daha, ben gitmeden
Aşağıdaki vadiye.

Kız ardeşin geleceği görüyor,
Tıpkı annen ve senin gibi.

Asla okuma-yazma öğrenmedin,
Rafında hiç kitap yok
Ve memnuniyetin sınır tanımıyor.
Sesin bir tarlakuşu gibi
Ama kalbin bir okyanus sanki.
Gizemli ve karanlık...

Yol için bir fincan kahve daha
Bir fincan kahve daha, ben gitmeden