Bu Blogda Ara

26 Nisan 2010 Pazartesi

only time...


Who can say where the road goes,
Where the day flows?
Only time...
And who can say if your love grows,
As your heart chose?
Only time...


Who can say why your heart sighs,
As your love flies?
Only time...
And who can say why your heart cries,
When your love lies?


Who can say when the roads meet,
That love might be,
In your heart.


And who can say when the day sleeps,
If the night keeps all your heart?
Night keeps all your heart...


Who can say if your love grows,
As your heart chose?
Only time...


And who can say where the road goes,
Where the day flows?


Only time...
Who knows?
Only time...

20 Nisan 2010 Salı

son kuşlar döker kanatlarını...

"son kuşlar döker kanatlarını...

bana kanatlar verdin.
dilsiz sözler,
her biri biraz daha yalnızlığım
ve şimdi uçurumlar sığarken iki öpüş arasına
sensiz ben kime gitsem,

biraz daha yalnızlığım''

13 Nisan 2010 Salı

Tarım ve gıda üzerindeki şirketlerin kontrolüne dur deyin!


1990′lı yıllarda iki önemli haber herkesin dikkatini çekmişti: Birincisi Zapatistaların (EZLN) 1994 yılı sonundaki eylemleri diğeri ise Brezilya Topraksızlar Hareketi (MST)’nin yürütüğü mücadele.
17 Nisan 1996 tarihinde bu mücadele esnasında yerel polis tarafından 19 köylü katledilmişti. Bu tarih daha sonra La Via Campesina tarafından “Uluslararası Çiftçi Mücadeleleri Günü” olarak belirlenmişti.

La Via Campesina her yıl bu tarihte belirli bir konu etrafında eylemler örgütlüyor. Müttefiklerini ve dostlarını da bu eylemleri örgütlemeye ve katılmaya teşvik ediyor.

Çiftçi-Sen’in de üyesi olduğu La Via Campesina bu yılki 17 Nisan Uluslararası Çiftçi Mücadeleleri günü’ne ilişkin eylem çağrısının konu başlığını” gıda ve tarım üzerindeki şirket egemenliğine karşı mücadele” olarak belirledi.

Yayımlanan bildiride ” La Via Campesina, 17 Nisan 2010’a dikkat çekmek amacıyla üyelerini ve müttefiklerini güçlerini birleştirmeye ve çokuluslu şirketlere karşı direnişi yükseltmeye ve dünya çapında köylülerin seslerini ve haklarını yükseltmeye çağırıyor.” ifadelerine yer verildi.

Bu çağrıya uyan Çiftçi-Sen bir dizi etkinlik düzenliyor, ya da düzenlenen etkinliklere gücünü, sesini katıyor.

15 Nisan’da, Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Hizmet Kulübü (BUSOS) “Ekolojik Yaşam Karnavalı” etkinliklerinde Çiftçi-Sen’e kürsü sunuyor. Burada “Türkiye’de ve dünyada Çiftçi Hareketleri” başlığı altında Via Campensina, Çiftçi-Sen ve 17 Nisan’ın anlamı üzerinde konuşulacak.

Çiftçi-Sen ve konfederasyona bağlı Çay-Sen (Çay Üreticileri Sendikası) 17 Nisan’da Of’ta “Çayına Suyuna Sahip Çık Mitingi” düzenliyor. Malum Çay Yasası, çayda özelleştirme, tarımın tasfiyesi gündemde; hem bu gündeme, hem de La Via Campesina’nın çağrısına uygun olarak böyle iddialı bir eylem düzenleniyor.

17 Nisan’da 2007 tarihinde Çiftçi-Sen’in örgütlenmesini yürütenlerden Yüksel Şeref’ ölmüştü. Yüksel Şeref’i Uşak, Eşme, İnay Köyü’ndeki mezarı başında anacak Çiftçi-Sen.

Soma’da madenlerin özelleştirilmesi söz konusu, her maden işçisi yörenin özellikleri gereği aynı zamanda çiftçilikle iç içe. Çiftçi-Sen bu mitinge da katılıp sözünü söyleyecek.
Evet eylem düzenlemek için geç değil : Çiftçi-Sen, La Via

Campesina’nın çağrısını tekrar ediyor:
Tarım ve gıda üzerindeki şirketlerin kontrolüne dur deyin
Çokuluslu şirketlerin neden olduğu yıkım ile köylü tarımının doğaya dost bir üretim biçimi olduğu hakkında farkındalığı arttırmak için mahallenizde, okulunuzda, şehrinizde veya örgütünüzde bir etkinlik veya eylem düzenleyin.

7 Nisan 2010 Çarşamba

Kalabalıktan 'sınıf' olmaya

Aynı ilin taşeron işçileriyle birlikteyiz. Aynı cemaatin üyeleri hepsi. Ama aralarında bir sorun var. Tartışma sonunda azınlıkta kalanlar kendileriyle aynı cemaatin üyesi olan hastane idarecilerinin yönlendirmesiyle adında “devrimci” ibaresi olan bir sendikada örgütlenmeye direnmek istiyorlar. İdareciler “sarı sendikayı” adres olarak gösteriyorlar. Sorunlarının çözümü için Bakanlıktaki birtakım tanıdıklarından, (AKP’yi kastederek) partideki bazı ilişkilerinden destek almaktan bahsediyorlar. Bu söylem diğerlerinin tepkisini çekiyor. Yaşadıkları sıkıntıları biraz da öfkelenerek hatırlatıyorlar karşılarındaki arkadaşlarına. Uzun süren sohbetimizin bitiminde bizim “acele etmeyin arkadaşlar, içinize sindirerek bu süreci yaşayın” dememize de kızıyorlar: “bizim acelemiz var, daha fazla beklemek niyetinde değiliz.” Tokalaşıp ayrılırken “gönlümüz sizden yana, bu işi bitireceğiz” demeyi ihmal etmiyorlar.

Onları televizyonda sürekli polis panzerlerini taşlarken görüyoruz. Onlardan bazıları işçi. Yani hem Kürt hem işçi. Tıpkı Türk kardeşleri gibi. Yaşadıkları il DTP’nin en yüksek oy aldığı yer. Korkmadan bir polis panzerinin veya askeri zırhlı bir aracın karşısına dikilecek kadar cesurlar ama taşeron firmanın maaşlarını birkaç hafta geç yatırdığı söylentisi üzerine hastane idaresinin yaptığı toplantıda “hayır biz maaşımızı zamanında alıyoruz” diyecek kadar da korkuyorlar. Ama korkularını yenmek istiyorlar. İstedikleri için de İran sınırına sadece birkaç km uzakta Türkiye’nin tam dibinde Kürt kimlikleriyle yetinmek istemeyip aynı zamanda işçi olarak da kimlik sahibi olmak istiyorlar. Korkularını işçi kimliğiyle yenmek istiyorlar ve örgütleniyorlar.

Doğu’nun makus talihini yenememiş illerinden biri. İlçelerden gelenlerle birlikte bir toplantı yapıyoruz. Kürt, Azeri, Türk hepsi gelmişler. DTP’li olduğunu saklamayan bir işçi, işin başındakilerden birini işaret ederek “Aha” diyor, “bu da kendine ülkücüyüm, diyor.” Tokalaşıyoruz. İlçelerden gelenlerden biri AKP’nin ilçe yöneticisi ama ilçedeki hastaneyi örgütleyen kişi aynı zamanda.

Bir yıl önce eşine kanser teşhisi konan arkadaşları, eşiyle ilgilenmek için hastane idaresinden izin istemiş. Hastane idaresi “Sen taşeron işçisin senin izin hakkın yok, YA EŞİN YA İŞİN.” diyerek terslemiş. Önce işini sonra eşini kaybetmiş işçi arkadaşımız. Adını koyamadıkları ama hala gözlerinden ateş fışkırarak anlattıkları bu olay onlarda bir kırılmaya yol açmış. Bu para düzeninin bu kadar vahşileşebileceği gerçeği karşısında ürkmüşler ve ne yapacağız telaşına düşmüşler. En karanlık anlarında hayatlarının Devrimci Sağlık İş’in ışığını görmüşler uzaktan. Yaklaşmışlar ve Diyarbakır’daki mücadeleyi duymuşlar, sonra Adana Balcalı’da kazanılan zaferi.

Evet şu anda Türkiye çok ciddi bir değişimden geçiyor. Değişmez sanılan iktidar ilişkileri sarsılıyor, sermaye birikiminin kaymağını artık Koç’lar Sabancılar değil Müslüman ve İşadamı olduğunu söylemekten keyif alan yeni bir zengin sınıfı yiyor. Ama ezilenler ama sömürülenler değişmiyor, hep aynı kalıyor.

Ama başka bir şey daha oluyor. Bir yeniden “oluşum” gerçekleşiyor! Genç, ama etnik ve dinsel gerilimlerden dolayı zihni yara bere içinde, korkularıyla birlikte bir hilkat garibesi gibi ayaklarının üzerinde doğrulmaya çalışan bir “sınıf” oluşuyor.

Evet, Türkiye işçi sınıfı yeniden oluşuyor. Vahşi kapitalizm yeni bir sistem kurmaya çalışırken ayak bağı olan eski işçileri tarihin perde arkasına itti yerine genç, tecrübesiz, dinamik ve kendilerinden önce ne yaşandığını bilmeyen yeni bir işçi kitlesi sürdü piyasaya. Ancak şimdi, piyasadaki o genç kalabalıklar yaşadıkları haksızlıklar karşısında hayata ve insana dair diğer kimlik ve özellikleriyle birlikte işçi kimliklerini keşfedip tarihin öznesi olma yoluna doğru ilerliyorlar.

Tufan Sertlek: Dev Sağlık-İş Genel Sekreteri

5 Nisan 2010 Pazartesi

Uzun Zaman Önce...
Kimse Tarlaları Sabanla Deşmezdi
Toprağı Sınırlara Bölmezdi Hiç Kimse
Ve Suları Kürekle Yarmazdı
Kıyı Dünyanın Sonuydu.
Ah Doğuştan Zeki İnsan,Buluşlarının Kurbanı
Öyle Korkunç ki Yaratıcılığın,
Ne İşe Yarar Şehirleri Çevreleyen Şu Yüksek Duvarlar
Ve Niye Savaşmak İçin Silahlar?