ben artık yola çıkıyorum...
bir düş kurdum ve onun peşinden gidiyorum...
Uzun Zaman Önce... Kimse Tarlaları Sabanla Deşmezdi. Toprağı Sınırlara Bölmezdi Hiç Kimse ve Suları Kürekle Yarmazdı. Kıyı Dünyanın Sonuydu. Ah Doğuştan Zeki İnsan,Buluşlarının Kurbanı! Öyle Korkunç ki Yaratıcılığın, Ne İşe Yarar Şehirleri Çevreleyen Şu Yüksek Duvarlar... Ve Niye Savaşmak İçin Silahlar?
Bu Blogda Ara
27 Eylül 2010 Pazartesi
10 Eylül 2010 Cuma
Ben çocuk olmaya gidiyorum
Ben fesleğen olacağım...
Mis gibi kokayım..
Ben çocuk olmaya gidiyorum
Elimde kırmızı balonum...
Diğer elimde horoz şekerim...
Ayağımda kısa askılı pantolonum
Ellerim cebimde aylak, aylak...
Cebimde hiç param...
Bi cebimde çerezim...
Diğer gömlek cebimde lastik sapanım...
Naylondan dandik siyah gözlüğüm...
Uçurtmam kargıdan...
Uzunca kuyruklu gazeteden...
Uçurtma ipim artan sarkan...
Bi uzunluğu siyah kalın...
Eklentisi pembe ince...
Annemden çalıntı...
Yeldeğirmenleri tepesinde uçurtma uçurmaya gidiyorum...
Ben çocuk olmaya gidiyorum...
Mis gibi kokayım..
Ben çocuk olmaya gidiyorum
Elimde kırmızı balonum...
Diğer elimde horoz şekerim...
Ayağımda kısa askılı pantolonum
Ellerim cebimde aylak, aylak...
Cebimde hiç param...
Bi cebimde çerezim...
Diğer gömlek cebimde lastik sapanım...
Naylondan dandik siyah gözlüğüm...
Uçurtmam kargıdan...
Uzunca kuyruklu gazeteden...
Uçurtma ipim artan sarkan...
Bi uzunluğu siyah kalın...
Eklentisi pembe ince...
Annemden çalıntı...
Yeldeğirmenleri tepesinde uçurtma uçurmaya gidiyorum...
Ben çocuk olmaya gidiyorum...
8 Eylül 2010 Çarşamba
alışamadım
Uzun uzun anlatamam herseyi
Böyle olsun istemedim bende
Sakın kal deme bana
Gidiyorum alışamadım bu kente
Sakın kal deme bana
gidiyorum alışamadım bu kente
Suskun deniz boyu martılar
Eve yalnız dönüyorum bende
Sakın kal deme bana
Gidiyorum alışamadım bu kente
Böyle olsun istemedim bende
Sakın kal deme bana
Gidiyorum alışamadım bu kente
Sakın kal deme bana
gidiyorum alışamadım bu kente
Suskun deniz boyu martılar
Eve yalnız dönüyorum bende
Sakın kal deme bana
Gidiyorum alışamadım bu kente
gün olur
Gün olur alır başımı giderim
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda..
Şu ada senin,bu ada benim
Yelkovan kuşlarının peşi sıra..
Gün olur başıma kadar güneş
Gün olur başıma kadar mavi
Gün olur deli gibi...
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda..
Şu ada senin,bu ada benim
Yelkovan kuşlarının peşi sıra..
Gün olur başıma kadar güneş
Gün olur başıma kadar mavi
Gün olur deli gibi...
6 Eylül 2010 Pazartesi
Gıda ayaklanmalarından korkuluyor

Gıda tüm dünyada bir silaha dönüşüyor. Temel gıdaların üretiminde söz sahibi olan ülkelerin en küçük bir hareketi, tüm dünyayı etkiliyor. Bu güç giderek tehlikeli bir boyuta erişince Dünya Gıda Örgütü (FAO) de harekete geçti ve buğday, pirinç gibi temel gıdaları üreten ülkelere acltoplantı çağrısı yaptı. Ekonomistler ise giderek daha sıklaşan bir biçimde 2007-2008 yıllarına gönderme yaparak bir ‘gıda krizi’ olasılığına dikkat çekiyor. Gıda zengini ülkeler de ellerindeki ürün üzerinden, aldıkları kararla sıkıntının daha uzun vadeli olacağı endişeleri yaratıyor.
Gıda ürünleri ülkeler için ‘varlıkta da yoklukta da’ adeta bir silah gibi kullanılıyor. Rusya ‘elinde bulunmayan’ buğday ile tüm dünya emtia piyasasını son üç aydır yönetirken, en büyük tüketici Çin alım yapmama tehditleri savuruyor, Avrupa Birliği korumacı önlemleri tartışıyor, Asya ve Ortadoğu ülkeleri gelişen orta sınıfının ihtiyaçlarına paralel olarak et talebini giderek arttırıyor, Mozambik’te binlerce insan zamlara karşı ayaklanıyor.
Günden güne artan gıda sıkıntıları zincirinin son halkası yine Moskova’dan gelen haber ile tetiklendi. Rusya Başbakanı Vladimir Putin, Rusya’nın tahıl ürünleri ihracatına yönelik getirdiği yasağı, gelecek yıl hasadın yapılacağı döneme kadar uzattı. Putin, Rus televizyonlarından yayımlanan açıklamasında, tahıl ürünleri ihracatına yönelik yasağın, sadece 2011 yılındaki ekinlerin toplanmasıyla ortaya çıkacak sonuca göre kalkabileceğini söyledi.
Rusya’da haziran ayının ortalarından ağustos ayının ortasına kadar devam eden sıcak hava dalgası yüzünden çıkan yangın ve meydana gelen kuraklık yüzünden, buğday üretiminde ciddi bir düşüş yaşanmıştı. 90-95 milyon ton civarında mahsul bekleyen Rusya’nın, bu yıl ancak 60-65 milyon ton ürün elde edeceği tahmin edilirken, Putin önlem olarak tahıl ürünleri ihracatını geçici olarak, 15 Ağustos’tan itibaren yasaklamıştı.
FAO ‘acil’ toplanacak
Putin’in buğday fiyatlarını yeniden zıplatan açıklaması Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü’nü (FAO) harekete geçmeye zorladı. Örgüt genel olarak gıdada özel olarak ise buğday piyasasındaki sıkıntıları konuşmak için ‘acil’ toplantı çağrısı yaptığını duyurdu. FAO’nun Roma’daki temsilcilerinden Abdulrıza Abbassian, “Bu oldukça ciddi bir durum. Rusya’nın iki yıl boyunca ihracat yapmayacak olması, rahatsızlık yaratabilir” dedi.
Uzmanlara göre gıda alanındaki sıkıntıların önemli bir diğer nedeni ise finansallaşma. Son 10 yılda artan bir biçimde piyasa oyuncularının insafına bırakılan tarımsal emtia ürünleri, pek çok zaman fiziki nedenlerden bağımsız olarak fiyat artışlarının kurbanı oldu.
Ayaklanmalardan korkuluyor
Uluslararası Gıda Politikaları Araştırma Enstitüsü eski yöneticisi Joachim von Braun Financial Times gazetesine yazdığı makalesinde gıdanın finansallaşması ile ilgili sıkıntıların acilen kontrol altına alınması gerektiğini söyleyerek şu uyarıda bulunuyordu: “Bu nedenle şimdi ulusal hükümetlerin önlem alması ve bunun uluslararası bir düzeyde sonuçlara bağlanması için gerekli önlemlerin farkına varmalıyız. Gıda fiyatlarındaki oynaklığa çözüm ancak bunun global anlamda düşünülmesi ile mümkün olabilir. Pazarın kurumsal ihtiyaçlarını düzenleyecek şekilde saydam ve uygulanabilir bir açık ticaretin teminatını sağlamak bu durumda bir elzem. Gıda emtia ürünlerinde aşırı spekülasyon mutlaka frenlenmeli.”
Tüm bu gelişmelerin 2007-2008 gıda krizi ile benzerlikler taşıması ekonomistleri korkutuyor. Özellikle Mozambik’te yaşananlar bu kaygıları giderek güçlendiriyor. Hükümetin ekmek fiyatlarını yüzde 30 arttırma kararı almasından sonra, Mozambik’in başkenti Mabuto’da bir ayaklanma başlamış ve 280 kişi yaralanmıştı. Fiyat artışını protesto etmek amacıyla toplanan ve lastik yakıp, gıda depolarını yağmalayan binlerce kişiye polis ateş açmıştı. 2007-2008 döneminde, gıda sektöründe son 30 yılda görülen en ağır kıtlık yaşanmıştı.
Küresel politikalar ile aşılabilir
Dünya gündemine ‘ülkelerin gıda savaşı’ gibi yansıyan bu duruma karşı ise yapılacakları yine Braun şöyle özetliyor: “Sonuç olarak, tarım ve gıda için, küresel bir politikanın omurgasının kurulması için harekete geçmek bir zorunluluktur. Şu andaki sistem sorumluluklar, etkililik ve inovasyon boyutlarında eksik kalmıştır. Yaklaşan G-20 zirvesi ve Birleşmiş Milletler Konferansı’nın milenyum hedefleri içinde gıda ve beslenme güvenliği konusu belirgin bir şekilde işlenmelidir. İki yapı G-8’in bitmemiş olarak bıraktığı bu konunun takipçisi olmalıdır.”
Radikal/4 Eylül 2010
KIRSALDAKİ DEĞİŞİMİN ADI HES, BAHANESİ ENERJİ!

Birkaç yıldan bu yana kırsal alan yeni ve köklü değişimlere sahne oluyor. Kırsal değiştiriliyor, dönüştürülüyor!
Aslında günümüz kırsal alan toprakları yeniden paylaşılıyor.
Bilindiği gibi Osmanlı’nın kurulduğu ve büyüdüğü dönemlerde toprak alınıp satılmazdı. Köylülerin de toprağı tassaruf etme yani kullanma hakları vardı. Köylüler bu toprakları kullanmanın karşılığında belli oranda devlete vergi verirlerdi. Osmanlı, vergileri tımarlı sipahiler aracılığıyla toplardı.
Osmanlı, ekonomisi kötüye gittikçe toprak düzeniyle oynanmaya başladı. Toprak ile ilk önce tımarlı sipahilerin ilişkisi kesildi. Onların yerini daha fazla vergi verme vaadinde bulunan ayanlar aldı. Ayanlardan sonra sırasıyla toprağı yanlara göre peşin para veren iltizamlar daha sonra iltizama göre peşin ve fazla para veren malikaneler ve kaydı hayatlar ele geçirdi. Ancak Osmanlı parçalanmaktan ve yıkılmaktan, köylü de giderek artan dayanılmaz derecedeki sömürüden kurtulamadı.
Sonumuzun Osmanlıya benzemesini hiçbirimiz istemiyiz. Ancak gidişatımız pek parlak değil!
Hükümet her fırsatta,”topraklarımız küçük. Küçük çiftçilerden toprakları şirketler almalı ve işletmeli” diyor. Bu amaçla IMF, Dünya Bankası ve Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikası (AB OTP) patentli bir dizi politika uygulandı, uygulanmaya devam ediyor. Başka bir deyişle çiftçileri iflas ettirecek politikaları uygulandı, uygulama hala devam ediyorlar, epey de başarılı oldular.
AKP Hükümeti toprak düzeniyle oynamayı seviyor. Çünkü bu hükümet şirketleri seviyor, çiftçileri hiç mi hiç sevmiyor! Toprakları ne yapıp edip şirketlere vermek için ekibi gün 24 saat onlar 25 saat bunu düşünüyor.
Şimdi Türkiye akarsuları üzerinde 2000’nin üzerinde Hidro Elektrik Santral Kuruluyor (HES). Kurulacak HES’lerle kırsal değiştiriliyor, dönüştürülüyor.
Peki nasıl olacak bu değişiklik derseniz; kırsaldaki değişimin yeni adı; HES! Bahanesi ise enerji!
Hemen söyleyelim, AKP’nin kırsaldaki bu dönüşüm politikaları, küresel kapitalizmin kaynakları ele geçirme oradan sermayenin kendisini yeniden üretme stratejisiyle uyumlu!
Bildiğiniz gibi Türkiye’nin tüm akarsularının üzerine iki bini aşkın Hidro Elektrik Santral (HES) kurma çalışmaları var.
HES’lerden söz eden tüm yönetenler ağızbirliği etmişçesine “memleketin enerji sorunu var. HES’ler inşa edilmelidir, hem de, HES’ler çevre ile de dost olan temiz enerjidir” diyorlar. İktidar mensupları bunları söylerken ana muhalefet partisinin eski genel başkanı Baykal; “HES’lere düşmanca yaklaşmayalım” mealinde kendilerine destek veriyor.
Öncelikle hemen belirtelim; HES’ler masum enerji üretim sistemleri olmadığı gibi kırsal için anlatılan ve konuşulandan çok daha fazla zararı olabilecek bir enerji üretim sistemi. Başka bir deyişle; HES’ler üzerinden kırsalda yeni bir dönüşüme gidiliyor. HES’ler burada amaç değil araç.
Çünkü, Türkiye’de kurulacak olan 2000’ini aşkın HES’in sağlayacağı enerji Türkiye’de üretilen toplam enerjinin yüzde 3’ü bile değil. Sadece enerji nakil hatlarındaki kaçağın engellenmesi toplam enerjiyi yüzde 16 arttırabilecekken bu konuda yeterli çaba gösterilmiyor. Ayrıca devlete ait mevcut barajlar, tama çalıştırılmıyor yüzde 50 kapasiteyle çalıştırılıyor. Bütün bu aksaklıklar giderilmeden 2000 adet HES kurulmasına ruhsat verme çabaları akılları karıştırıyor.
Neden bu kadar çok HES? Niçin bu kadar çok talep? Enerji nakil hatlarının onarımı ve barajları tam kapasite çalıştırmayan Hükümet HES’leri niçin cansiperane savunuyor. HES’lerin önündeki engelleri kaldırmak ve Anayasal güvenceye kavuşturmak için 12 eylül’de oylanacak Anayasa paketinin maddeleri arasına yerleştirecek kadar önem verilen bu konu(lar) yakından bakmayı hak ediyor.
HES’lerin daha anlaşılır olması için özetleyerek ve maddeleştirerek bakalım.
1.
HES’lerden üretilecek enerji 25-30 yıllığına devlet alım garantili. Yani HES yapımcısı şirketler imtiyazlı şirketler oluyor.
2.
HES yapımcısı şirketlere sular 49 yıllığına veriliyor. Suyu satma hakkı tanınıyor.
3.
HES’ler temiz enerji grubunda sayılıyor. Dolayısıyla HES yapma ruhsatına sahip olan şirketler Kyoto Protokolü gereği kirleticilere temiz hava kotası satabilecek.
4.
HES yapımcısı şirketin istemesi halinde çevresindeki tarım arazilerini devlet onlar için istimlak edebilecek. Diğer maddeler de önemli ama en çok da bu madde önemli. Bu maddeyi açmakta yarar var.
Yani istimlak meselesini, Türkiye’de uygulanan çiftçiliği ortadan kaldırma tarımı şirketleştirme penceresinden kısaca irdeleyelim.
Türkiye’de tarla satın almak o kadar kolay bir iş değil. Her tarlanın sayısız mirasçısı var. Hele yan yana tarla alma ve büyük ölçekli tarlalara sahip olmak Türkiye’de mümkün değildir. Ancak “istimlak” kelimesi çok büyük ölçeklerde tarlalara sahip olmak için sihirli değnek.
Suyun geçtiği alanlar verimli araziler ve kolaylıkla sulanabilen araziler olduğu bilinebilen bir gerçektir. HES için ruhsat aldıktan sonra devlet eliyle toprakları istimlak ettirip şirketinin uhdesine alabilecek olan şirket sahipleri çiftçilerden istimlak yoluyla alınan topraklarda tarımsal üretim yapabilecekler. Su var, suyun aktığı yerlerde verimli topraklar da var. “Arkanda” hükümet de var. Hükümet politikaları desteğinde/ “eliyle” toprağa el koy! Bu verimli topraklarda ürün yetiştir ve gıdaya hakim ol. Halkımızın deyimiyle “Oh, ne ala memleket!”
Yani anlayacağınız, Hükümet ile HES şirketlerinin “can ciğer kuzu sarması” halleriyle toprağın el değiştirmesi, şirketlere kuzu sarmasının üstüne kaymaklı ekmek kadayıfı tadında bir ikrâm… Ancak HES’lere verilen her ruhsat doğaya ve çiftçilere yazılmış birer ölüm fermanı!
Son sözler…
Bunda bir “tuhaflık yok!” Hükümetin politikası “çiftçi üretmesin şirket üretsin!” değil miydi, zaten. Politika bilmedik/bilinmedik bir politika değil. Yani sorun hükümette değil. Sorun bizde, hepimizde!
Evet, Kırsalda çok önemli değişim yaşanıyor. Bu değişimlerin olabilmesinin dayanakları Anayasa paketlerinde kendine en ön saflarda yer buluyor. “Yerindelik” kelimesiyle arzı endam ediyor. Sadece dikkatinizi buraya çekmek istedim.
Dünyada küresel kapitalizme karşı muhalefet gelişmiyor diyenlere küçük bir not: HES’ler kırsalı nükleer santral, termik santral ve maden arayan şirketlerle kol kola değiştiriyorlar. Bu değişimin yarattığı sorunların oluşturduğu dinamiklerin mücadele etmek için fazlası var, azı yok!
Abdullah AYSU
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
