Bu Blogda Ara

30 Haziran 2011 Perşembe

film gösterimi


2 temmuz cumartesi
20:00

"el topo" (köstebek)
yn: alejandro jodorowsky

Sanat Çıkmazı ANTAKYA

*gösterimler im atölyesi sanat ve kültür derneğinde yapılmaktadır. etkinliklere herkes katılabilir

belgesel film gösterimi


29 haziran çarşamba
20:00

"revolution will not be televised" (devrimden canlı yayın)
yn: kim bartley, donnacha o'brian

Sanat Çıkmazı ANTAKYA

*gösterimler im atölyesi sanat ve kültür derneğinde yapılmaktadır. etkinliklere herkes katılabilir
kol kola yürüdük
ama onun dokunuşunu hissetmedim

arzu, ilk saklamayı denemiş olduğum şeydi
içerideki o karıncalanma gitmişti

ve bana sorduğunda, beni hala seviyor musun? diye
yüzümü yana çevirdim
ona söylemek istemedim
"kalbim, her günle daha da soğuk büyür"

çok uzun zaman sevdiğinde
heyecanın gitmiş olur

ve geceleyinki öpücüklerin
gözyaşlarıyla değiştirildi

ve rüyalarında
enkaz şehrini eğitmek için bir trendesin
şimdi sana soruyorum
bir kız ne yapmak içindir ki?

beni alıp götüreceğini söyledi
bişeyleri çözebileceğimizi
ve ona söylemek istemedim
ama bundan sonra söylemeliydim

zamanında çok şey paylaştık
hepsi karartıldı
ve yarasamın yıldırım kalbi
uzaklara uçmak ister

çok uzun zaman sevdiğinde
heyecanın gitmiş olur
ve geceleyinki öpücüklerin
gözyaşlarıyla değiştirildi

ve rüyalarında
enkaz şehrini eğitmek için bir trendesin
şimdi sana soruyorum
bir kız ne yapmak içindir ki?

13 Haziran 2011 Pazartesi

Öyküler yarım adalara bırakılır
Kadınlar yarım adamlara
Kadınlar ve öyküler hep yarım kalır...

9 Haziran 2011 Perşembe

3.mektup

Samimiyetini yitirdiğinde, elleri çenesinde kalakalmıştı. Neyi neden yaptığını sorgular gibiydi. Geçmiş ve gelecek hesaplaması seriliydi önünde. Elini dahi kaldıramıyor, öylece bakıyordu. Ne yitirdikleri ne de yeni gelenler ruhuna dokunamıyordu…

Zamanın derinliklerinden bir kadınla karşılaşmıştı, terk etmeye niyetlendiği yolun sonunda… Bir gece öylece, sanki onca zaman yitirmemiş gibi duyguları…

Kadeh tokuşturup, salya sümük olup, sıkıca sarılıp kendine ayakta kalmayı zorladı…
Ne olursa olsun sonunda yine hayata kalıyor gibiydi.
Ölümden uzak. Yaşamaya dalıyor…

Kimi eksik, kimi fazla.
Kimi yalan, kimi gerçek,o yine kendine kalıyordu.

5 Haziran 2011 Pazar

2. Mektup

Hava soğuk ve durgun. Yıldızlarlarla dolu bir gökyüzü başımın üzerinde… Kayalıkların en uç noktasına yürüdüm ve orada durup sigaramı içtim. Uzaktan kentin iç kısımlarının ışıkları görünüyor. Bir başka dünya, yabancı bir gezegen gibi şimdi kent.

Eve gelince uyku tutmadı. Bir şişe şarap açtım, salonun bir ucundan öbür ucuna yürüyor, bir yandan da şarabımdan iri iri yudumlar alıyordum. Kendi kendime, daha doğrusu duvarlarla konuşmaya başladım. Bütün şişeyi devirdikten sonra ikincisini açtım.

Dışarısı hala zifiri karanlık, ufuk çizgisi bir santim bile aydınlanmamış. Bana öyle geliyor ki, ben ortalığı bir düzene sokana dek de doğmayacak güneş.

4 Haziran 2011 Cumartesi

1.Mektup

Seni düşünüyorum! Hep düşünüyorum! Ev boş ve terk edilmiş... Ancak geçmiş sohbetlerimizden replikler çalınıyor kulağıma. Görüntüler var...

Zamanın dairesel bir döngü olduğunu düşünüyorum, çağdaş kültürümüzde kabul gördüğü gibi doğrusal değil yani! Her şey aynı anda ve hep birlikte meydana geliyor ve renkler, biçimler, duygular, rüyalar ve sesli izlenimlerden oluşan dev bir tablo biçiminde tekrar ediyor. Bunu böyle kabul ettiğimizde hala eski masum çocuklar olmaya devam ediyoruz ve ölümü, idrak yüzeyinin altında kalan bir deneyim olarak içimizde yaşatıyoruz.

Saatler boyu pencerenin önünde oturup bahçede ki ağaçları seyrettiğim oluyor. Dallar rüzgarda salınıyor. Bu görüntüde hipnotize eden, geride yatan, başka bir şeye doğru çeken bir güç var. Bir gerçeklik içinde kulaç atıyoruz ama bu aslında bizim fiziki gerçeklik olarak kavradığımız şeyin, sınırsız bütünün yalnızca bir parçası, bir mızrağın en uç noktası... Bütün yaptıklarımız ve bütün düşüncelerimiz gerçeğin yalnızca bir yansıması.

Sen artık konuşmaktan vazgeçtin. Evet, tamam. Demek ki suskunluğun, içindeki kilitli odalardan gelen bir çeşit yankı... Seni anlayamıyorum, belkide hiç anlayamadım...

Beş duyumuzla algılayamadığımız bir şeyler var bizim dışımızda, hem bana hem de sana aynı uyarıları gönderen...

Mektubuma cevap vermeyeceğini bildiğimden, cevap yaz demiyorum. Ancak arada sırada buraları da bir düşün, e mi?

3 Haziran 2011 Cuma

gece defteri


Rüyamda O’nunla Mersin boyunca yürüyorduk. Sonbahardı, çürümekte olan yapraklar ekşimsi kokuyor, çıplak siyah ağaçlardan sular damlıyordu. O’ nu elinden tutmuş götürüyordum. Ayağımda bir çift kocaman lastik çizme vardı. Bunu pek düşünmemiştim ama biliyordum ki – hani düşlerde hep olur ya hissedersin ve bilirsin- ayağımdakiler babamın çizmeleriydi. Uzağa, uzak uzak yerlere gidiyorduk; karanlık, ürkütücü, tanımlanamayan ama içimi buran sevimsiz bir şeyden uzaklaşıyorduk. Sonra neredeyse denizin içine kadar uzanan o ulu ağaçlardan birinin altında durduk. Aramızda bir konuşma geçmedi. Ama O çişini yapacaktı, patikaya döndü ve işedi. Ve ben –ne kadar da mantıksız!- birden tepedeki dallardan birine asılı, sallanıyor halde buldum kendimi ve bilincim gövdemden daha yukarı bir yerde duruyordu. Kocaman çizmelerimi görebiliyordum tepeden, çizmeler havada sallanıyor ama yere düşmüyordu. Yağmur yağıyordu, karanlıktı. O ileride durmuş çişini yapıyordu. O zaman köpekleri duydum işte. Yaklaşıyorlar ve hevesle havlıyorlardı, kocaman köpeklerdi bunlar, dev gibi ağızları vardı. O eridi ve kayboldu birden.

Sonra çamurda ilerleyen bir eski zaman arabasının tekerleklerinin sesini duydum. Demir kasnağa geçirilmiş ahşap tekerler, yumuşak çamurun içinde dönmeye çalışıyor, bir yandan da şlap şlup diye sesler çıkarıyordu. Bir şey görür gibi oldum, içime girip, sonra dışarı çıkan bir şey. Sonra tekerlekler, toprağa çarpan su, toprağa çarpıp içine nüfuz eden su. Bir arabacı gördüm, hayır sezinledim, yüzü olmayan bir adam, elinde kırbaç, başı öne eğik yaşlı ve yorgun bir at, koşulduğu araba parçalanmış, ben orada şıpır şıpır bu ıslaklığın ortasında kıpırtısız ve bembeyaz yatıyorum. Uzakta bir yerlerde köpekler var. O kaybolmuş. Babamın boşlukta sallanan lastik çizmelerine bakıyorum, daha da aşağılara kendime bakıyorum. Feci bir şey olmuş olmalı, sanki birisi beni almaya gelmiş gibi, birisi…

Uyandım. Yok hayır kendi kendimi uyandırdım. Bir an için nerede olduğumu bilemedim. Alışmış olduğumdan farklı kokular duyuyordum. Ekşi ekşi ter kokuyordu, çarşaflar sırılsıklam olmuştu terden. Yatağın içinde doğruldum. Her şey yavaş yavaş yerine oturmaya başlıyordu. Tekrar yatağa gömüldüm. Sızdım, uyandım, sızdım, uyandım. İki dünya arasında sırt üstü yüzmekteydim!

Sonra dışarı çıktım.
Sabah olmuştu. Beyaz zeminde siyah izler vardı.
Bir köpek, belki de bir tilki geçmişti hayatımdan, bir insan değil...

1 Haziran 2011 Çarşamba

istediğini ikinci kez yaptım:)

Zaman düşer, ellerimden yere,
Oradan tahtaboşa.
Saatler çalışır izinsiz, hep bir sonraya.
Resimler sarı güneşsizlikten, duygular değişir...
Dostlar dağılır dört bir yana, kendi yollarına.

Ve sen, ben, değirmenlere karşı bile bile birer yitik savaşçı,
Akarız dereler gibi denizlere, belki de en güzeli böyle...

Uçurma uçar, sözlüğümden, geri gelmeyecek bir kuş.
Yaşanmamış kırıntılar, sadece bir düş.
Zaman düşer, ellerimden yere,
Oradan tahtaboşa.
Saatler çalışır izinsiz, hep bir sonraya.

Ve sen, ben, değirmenlere karşı bile bile birer yitik savaşçı,
Akarız dereler gibi denizlere, belki de en güzeli böyle...

istediğini yaptım:)

Yine resmin duvarda
Geceler yine sensiz
Gönlümde üç kurşun sevdalı
Saatler yine sensiz

Eski bir şarkı bu
Tarihin kaderinde
Ne güzel aşk yaşamıştık
Akdenizde Egede

Ah, nerdesin, seni unutamıyorum!