
Rüyamda O’nunla Mersin boyunca yürüyorduk. Sonbahardı, çürümekte olan yapraklar ekşimsi kokuyor, çıplak siyah ağaçlardan sular damlıyordu. O’ nu elinden tutmuş götürüyordum. Ayağımda bir çift kocaman lastik çizme vardı. Bunu pek düşünmemiştim ama biliyordum ki – hani düşlerde hep olur ya hissedersin ve bilirsin- ayağımdakiler babamın çizmeleriydi. Uzağa, uzak uzak yerlere gidiyorduk; karanlık, ürkütücü, tanımlanamayan ama içimi buran sevimsiz bir şeyden uzaklaşıyorduk. Sonra neredeyse denizin içine kadar uzanan o ulu ağaçlardan birinin altında durduk. Aramızda bir konuşma geçmedi. Ama O çişini yapacaktı, patikaya döndü ve işedi. Ve ben –ne kadar da mantıksız!- birden tepedeki dallardan birine asılı, sallanıyor halde buldum kendimi ve bilincim gövdemden daha yukarı bir yerde duruyordu. Kocaman çizmelerimi görebiliyordum tepeden, çizmeler havada sallanıyor ama yere düşmüyordu. Yağmur yağıyordu, karanlıktı. O ileride durmuş çişini yapıyordu. O zaman köpekleri duydum işte. Yaklaşıyorlar ve hevesle havlıyorlardı, kocaman köpeklerdi bunlar, dev gibi ağızları vardı. O eridi ve kayboldu birden.
Sonra çamurda ilerleyen bir eski zaman arabasının tekerleklerinin sesini duydum. Demir kasnağa geçirilmiş ahşap tekerler, yumuşak çamurun içinde dönmeye çalışıyor, bir yandan da şlap şlup diye sesler çıkarıyordu. Bir şey görür gibi oldum, içime girip, sonra dışarı çıkan bir şey. Sonra tekerlekler, toprağa çarpan su, toprağa çarpıp içine nüfuz eden su. Bir arabacı gördüm, hayır sezinledim, yüzü olmayan bir adam, elinde kırbaç, başı öne eğik yaşlı ve yorgun bir at, koşulduğu araba parçalanmış, ben orada şıpır şıpır bu ıslaklığın ortasında kıpırtısız ve bembeyaz yatıyorum. Uzakta bir yerlerde köpekler var. O kaybolmuş. Babamın boşlukta sallanan lastik çizmelerine bakıyorum, daha da aşağılara kendime bakıyorum. Feci bir şey olmuş olmalı, sanki birisi beni almaya gelmiş gibi, birisi…
Uyandım. Yok hayır kendi kendimi uyandırdım. Bir an için nerede olduğumu bilemedim. Alışmış olduğumdan farklı kokular duyuyordum. Ekşi ekşi ter kokuyordu, çarşaflar sırılsıklam olmuştu terden. Yatağın içinde doğruldum. Her şey yavaş yavaş yerine oturmaya başlıyordu. Tekrar yatağa gömüldüm. Sızdım, uyandım, sızdım, uyandım. İki dünya arasında sırt üstü yüzmekteydim!
Sonra dışarı çıktım.
Sabah olmuştu. Beyaz zeminde siyah izler vardı.
Bir köpek, belki de bir tilki geçmişti hayatımdan, bir insan değil...