Drama çalışıyoruz. Önce, fiziksel ısınma hareketleri.8-10 yaş arası 10 çocuk var. Daha önceden gelen gönüllü arkadaşlardan bazıları bu tarz çalışmalar yaptırdığı için çocuklar yabancı değiller drama etkinliklerine. Yinede fazlaca gerginler. Hiçbiri uvuzları serbest hareket etmiyor. Hepsiyle ayrıca ilgilenmek zorunda kalıyorum, en sonda biraz olsun gevşiyor çocuklar.
Güven çalışmalarına geçiyoruz ardından. Her birinin kendini serbestçe bırakması lazım arkasında onu tutmak için bekleyen arkadaşına. Çoğu yapamıyor. Onları tutmak üzere ben geçiyorum arkalarına, bu kez başarıyorlar. Anlıyorum ki çocuklar birbirlerine hiç güvenmiyor…
Elimize hayali bir top alıyoruz. Birbirimize atmaya başlıyoruz. Öyle ki, en çok oynadıkları oyun aracı olan topu hayal edemiyor çocuklar. Ne ellerinde tutabiliyorlar ne de atabiliyorlar.
Buradaki çocukların hayallerini kim çaldı? Nasıl yıktık bu kadar güvenlerini? Nasılda çabucak büyüttük onları? Ufuklarını daralttık. Niye yaptık bunu onlara?
Dillerinde deprem var. Birbirleri ile sohbetleri “yemeği kesmişler artık…” gibi cümleler yalnızca. Onlar geleceklerini değil, bugünlerini yaşayıp yaşayamayacaklarını konuşuyorlar sadece. Ve ne yaparsak yapalım ancak kısa süreler çıkarıyoruz “gerçek dünyadan düşler dünyasına” onları. Farkındalıkları öyle güçlü ki, burada onlara kurduğumuz “düşler dünyasından” hiç gitmek istemiyorlar. Sabahın 8 inde bu yüzden kapımızdalar.
Bir hafta on günlük gelişlerimiz yetmiyor çocuklara. Gitmemizi istemiyorlar. Fazlaca korkuyorlar çünkü, biz gidersek burası kapanır diye… Sürekli “çocuk evi hep olacak mı?” diye soruyorlar. Cevap vermiyorum. Geçiştiriyorum her seferinde. “Olmasaydınız bu oyuncakları hiç göremezdik” diyorlar. Nasıl bir cevap verilir ki böyle derin sorulara?
Onların hayatı buradan, bu mahalleden ibaret. Bizim sınırları aşan yaşam alanlarımız var.
Ben böyle büyümedim. Luna parklar gördüm bol ışıklı, hayvanat bahçeleri, meyve ağaçları. Ben puzzulelar birleştirdim. Kırmızı pabuçlarım oldu benim. Rengârenk kalemlerim. Benim erkek oyun arkadaşlarım vardı, ellerini tuttuğum. Denizi gördüm, kumdan kaleler yaptım. Masallar dinledim. O masalların kahramanı oldum. Benim kocaman bir dünyam vardı.
Şimdi bu yan yana dizili etkinlik çadırları onların hayal dünyası. Nasıl söylerim ben bu çocuklara buranın elbet bir gün yerinde olmayacağını?
Bu yüzden işte masallar anlatıyorum onlara. O masalardaki karakterleri canlandırıyorlar. Denizi anlatıyorum, meyveleri, hayvanat bahçesini. Resimlerini yapıyoruz hep birlikte. Şarkılar öğretiyorum onlara. Umud dolu:
Çocuklar inanın, inanın çocuklar!
Güzel günler göreceğiz, güneşli günler…
Motorları maviliklere süreceğiz!
Güzel günler göreceğiz, güneşli günler…
Uzun Zaman Önce... Kimse Tarlaları Sabanla Deşmezdi. Toprağı Sınırlara Bölmezdi Hiç Kimse ve Suları Kürekle Yarmazdı. Kıyı Dünyanın Sonuydu. Ah Doğuştan Zeki İnsan,Buluşlarının Kurbanı! Öyle Korkunç ki Yaratıcılığın, Ne İşe Yarar Şehirleri Çevreleyen Şu Yüksek Duvarlar... Ve Niye Savaşmak İçin Silahlar?
Bu Blogda Ara
27 Şubat 2012 Pazartesi
23 Şubat 2012 Perşembe
Yusuf'un Gözleri
Ellerinde umudu
taşıyan çocukların sesine uyanıyorum. Sabah saat 7.30.
-Bütün gece uyku
girmemiş gözüme. Geceleri çadır soğuk oluyor. Rüzgâr naylonlarla dans ediyor.
Fazla sesli. Bu ses korkutuyor beni. Bir ara sızmış olmalıyım.-
Sonra işte bu
soğukta, karda, kış da üzerinde incecik bir kazak, pantolonu kalçasının altına
kadar inmiş, ayakkabısının topuğuna basan, tabi ki çorabının topuğu yırtık,
burnundan ağzına kadar yemyeşil sıvı akan... Ama gözleri umutla bakan, erkenden
büyümüş olsa da yinede çocukluğunun peşinden koşan onu gerisinde bırakmayan
çocukların sesi ile başladı gün. Masa tenisi raketi ve topu istiyorlar.
Burada bir düzen
kurulmuş çoktan. Çocuk çadırlarında ki oyuncakların, sobaların çalınması gibi
bazı kötü deneyimlerin ardından, gönüllü arkadaşlar çadırları 10.00 da açıp
15.30 kapatma kararı almışlar. Bu yüzden geri çevriliyor çocuklar kapıdan
kibarca.
Uyanıyoruz bütün
çadır. Hızlıca yataklar toplanıyor. Çay suyu koyuyoruz. Tuvalet ihtiyacı için
ikişer gruplar halinde 500 metre uzaklıkta, Kızılay”ın kurduğu Mevlana Kent”e
gidiyoruz. Kahvaltı için kendimize bir güzellik yapıp, yumurta almaya karar
verdik. Bakkalda kentin sorumlusu ile karşılaşıyoruz. Yakında bu konteynır
kentin kapatılacağından söz ediyor bize ve artık yemek dağıtımının
kesileceğinden. Esnaf iş yapamamaktan şikâyetçi diyerek haklı gerekçeler
buluyor. Yanımdaki gönüllü arkadaş kısa süreli tartışmaya giriyor. Ben sesimi
dahi çıkarmıyorum. Çocukların gözlerinde ki ışık, büyüklerde yok. Onların
gözlerinde korku hâkim. Biraz da çirkinlik...
Yumurta yiyecek
olmamızın sevincini unutuyorum. Bileklerimi biraz aşan karın içinde,
yalpalayarak çadıra doğru yürüyorum. Kar gözlerimi alıyor. Gökyüzüne
bakıyorum... Sadece gri... Kaldığımız çadıra yaklaşırken, fotoğraf çekiyor bir
diğer arkadaşımız. Deklanşörün "klik" sesi makineli tüfek gıcırtısı
gibi geliyor. Kulaklarım uğulduyor. Kimseye tek bir söz söylemeden yatağa
uzanıp gözlerimi kapatıyorum.
Çirkin bakışlı,
kapkara, kocaman adam ile kirpikleri upuzun, iri ela gözlü, gülen yüzüyle 10
yaşındaki Yusuf aynı karedeler... Elimi Yusuf”a uzatıyorum. “Öğretmenim hiç
gitmeyin gitmeyin” diyor!
Fonda bir
müzik:" biz büyüdük ve kirlendi dünya"
22 Şubat 2012 Çarşamba
VAN'IN SEYRANTEPESİ
Van'da Çocuk olmakla, yetişkin bir birey olma arasında neredeyse hiç fark yok gibi.Van'ın çocukları o kadar büyükler ki o kadar yetişkinler ki anlatılmaz yaşanır kıvamında.
Van depreminin ardından yaşananları anlatıyor çocuklar: okula gidemediklerini söylüyorlar hep bir ağızdan.
Halkevleri Van Çocuk Evi umut oluyor Van'a ve çocuklarına. Ama Van'a ve çocuklarına karşı olanlar, Yeni bir deprem yaratıyor. Van'da görünen binlerce konteynır ve prefabrik ev yeni sahiplerini bekliyor ama "Parası Olana" dercesine piyasaya açılıyor, yaşanan depremin ardından. AKP iktidarı "Van'ı yeniden kuracağız, depreme dayanıksız evlerin hepsini yıkacağız" diyerek, inşaat sektörüne yeni piyasa alanları, AKP'nin kentsel dönüşüm politikalarıyla birlikte yapılıyor.
Van'ın Seyrantepe mahallesinde Van Çocuk Evi çadırında kalıyoruz. 500 metre ileride, Mevlana Kentinde, yaklaşık 450 konteynırdan oluşan yeni Van'ın hoparlörlerinden sesler geliyor:
" Kenti boşaltmamız gerekiyor isteyen kendi konteynırını evinin önüne götürülebilir" diye.
Van depreminin ardından televizyonlardan toplanan para ve SMS'ler nereye gitti. Ülkenin dört bir yanında tek yürek olunarak toplanan yardım malzemeleri nereye gitti? Cevabı bilmiyorum. Ama Van'ın Seyrantepe mahallesinde yaşayan 8 yaşındaki Eylem'e 11 yaşlarındaki Adem ve Welat'a gelmediği kesin görünüyor.
Van'ın yaralarını saran kendi çocukları Halkevleri'nin 80. yılını kutluyor ve diyorlar ki. "ONLAR GELİP BURAYA BİZLERLE GÖNÜLLÜ OLARAK OYUN OYNUYORLAR, BİZLERDE BÜYÜDÜĞÜMÜZ ZAMAN ONLARIN ÇOCUKLARINA GÖNÜLLÜ OLACAĞIZ." Kocaman kocaman kız ve erkek çocukları. Van’ın yaralarını çocuklar sarmaya devam ediyor. Gönüllüler çocuk, çocuklar gönüllü oluyor.
Van'a güneş yeniden doğuyor.
Van depreminin ardından yaşananları anlatıyor çocuklar: okula gidemediklerini söylüyorlar hep bir ağızdan.
Halkevleri Van Çocuk Evi umut oluyor Van'a ve çocuklarına. Ama Van'a ve çocuklarına karşı olanlar, Yeni bir deprem yaratıyor. Van'da görünen binlerce konteynır ve prefabrik ev yeni sahiplerini bekliyor ama "Parası Olana" dercesine piyasaya açılıyor, yaşanan depremin ardından. AKP iktidarı "Van'ı yeniden kuracağız, depreme dayanıksız evlerin hepsini yıkacağız" diyerek, inşaat sektörüne yeni piyasa alanları, AKP'nin kentsel dönüşüm politikalarıyla birlikte yapılıyor.
Van'ın Seyrantepe mahallesinde Van Çocuk Evi çadırında kalıyoruz. 500 metre ileride, Mevlana Kentinde, yaklaşık 450 konteynırdan oluşan yeni Van'ın hoparlörlerinden sesler geliyor:
" Kenti boşaltmamız gerekiyor isteyen kendi konteynırını evinin önüne götürülebilir" diye.
Van depreminin ardından televizyonlardan toplanan para ve SMS'ler nereye gitti. Ülkenin dört bir yanında tek yürek olunarak toplanan yardım malzemeleri nereye gitti? Cevabı bilmiyorum. Ama Van'ın Seyrantepe mahallesinde yaşayan 8 yaşındaki Eylem'e 11 yaşlarındaki Adem ve Welat'a gelmediği kesin görünüyor.
Van'ın yaralarını saran kendi çocukları Halkevleri'nin 80. yılını kutluyor ve diyorlar ki. "ONLAR GELİP BURAYA BİZLERLE GÖNÜLLÜ OLARAK OYUN OYNUYORLAR, BİZLERDE BÜYÜDÜĞÜMÜZ ZAMAN ONLARIN ÇOCUKLARINA GÖNÜLLÜ OLACAĞIZ." Kocaman kocaman kız ve erkek çocukları. Van’ın yaralarını çocuklar sarmaya devam ediyor. Gönüllüler çocuk, çocuklar gönüllü oluyor.
Van'a güneş yeniden doğuyor.
16 Şubat 2012 Perşembe
çocuk evinde 1. gün
Yol uzun. Karlı, fazlaca engebeli. Dağları aşıyoruz. yemyeşil ovalardan, bembeyaz dağlara doğru. Öyle görkemli ki kendine çağırıyor sanki...
Otobüsün camlarına kar taneleri düşüyor. Önce tek tek. Sonra çoğalarak üstümüze yağıyorlar. Ve yetmiyor insanoğlunun o muhteşem teknolojisi doğanın gücüne karşı koymaya. Otobüsün tekerleri kaymaya başlıyor. duruyoruz, gürül gürül akan Bitlis deresini biraz aşınca. Yaklaşık yarım saat öylece kalıyoruz orada. Başka bir aracın gelip almasını bekliyoruz...
Uzun, aşılması zor yolları gerimizde bırakıp, denizi andıran Van gölü ile karşı karşıyayız ve tabi prefabrik deprem evleri. Yıkılmaya hazır binalar. Algılarım sarsılıyor. Tedirginim. Adana"daki rahat yaşantımdan utanıyorum... Kar altında uzun bir yürüyüşün ardından çocuk evine ulaşıyoruz. Gönüllü arkadaşlardan ve orada yaşayan halktan bir kaçı karşılıyor bizi. Çocuklar yanımıza geliveriyor. Kar topu yapıp hızlıca atıyorlar üzerime. İlk gülüşmeler, sıcak bakışlar. "Hoşgeldin hocam" diyor çocuklar. Tanışıveriyorlar hemen. Özgüvenlerinin bu kadar yüksek olmasına şaşırıyorum...
Hiç birşey beklediğim gibi çıkmıyor. 130 prefabrik konut arasında 5 çadır var çocuklar için. bütün çadırlar rengarenk. Cıvıl cıvıl. Bu soğuğa, yoksulluğa inat umutla bakıyor çocuklar...
Çadırdaki gönüllü arkadaşlarla sohbet ediyorum biraz. Hayretle dinlediğim hikayeler anlatıyorlar. Deprem sonrası hırsızlık ve tecavüz olaylarının arttığından... Buna karşı hiçbir önlem alınamadığından... Kızılay çadırlarının ve Türkiye genelinden gelen yardımların sahiplerine ulaşmadığından...
Anlatacak çok şey var diyorlar. Yarına bırakıyoruz sonrasını.
Dışarıya çıkıp bir sigara yakıyorum, ayağımda lastik ayakkabılar. Derince çekiyorum bir nefes içime...
Doğuda kar altında yoksulluk ve acı var... Çocuklar "o karın" altında kalmasınlar.
Otobüsün camlarına kar taneleri düşüyor. Önce tek tek. Sonra çoğalarak üstümüze yağıyorlar. Ve yetmiyor insanoğlunun o muhteşem teknolojisi doğanın gücüne karşı koymaya. Otobüsün tekerleri kaymaya başlıyor. duruyoruz, gürül gürül akan Bitlis deresini biraz aşınca. Yaklaşık yarım saat öylece kalıyoruz orada. Başka bir aracın gelip almasını bekliyoruz...
Uzun, aşılması zor yolları gerimizde bırakıp, denizi andıran Van gölü ile karşı karşıyayız ve tabi prefabrik deprem evleri. Yıkılmaya hazır binalar. Algılarım sarsılıyor. Tedirginim. Adana"daki rahat yaşantımdan utanıyorum... Kar altında uzun bir yürüyüşün ardından çocuk evine ulaşıyoruz. Gönüllü arkadaşlardan ve orada yaşayan halktan bir kaçı karşılıyor bizi. Çocuklar yanımıza geliveriyor. Kar topu yapıp hızlıca atıyorlar üzerime. İlk gülüşmeler, sıcak bakışlar. "Hoşgeldin hocam" diyor çocuklar. Tanışıveriyorlar hemen. Özgüvenlerinin bu kadar yüksek olmasına şaşırıyorum...
Hiç birşey beklediğim gibi çıkmıyor. 130 prefabrik konut arasında 5 çadır var çocuklar için. bütün çadırlar rengarenk. Cıvıl cıvıl. Bu soğuğa, yoksulluğa inat umutla bakıyor çocuklar...
Çadırdaki gönüllü arkadaşlarla sohbet ediyorum biraz. Hayretle dinlediğim hikayeler anlatıyorlar. Deprem sonrası hırsızlık ve tecavüz olaylarının arttığından... Buna karşı hiçbir önlem alınamadığından... Kızılay çadırlarının ve Türkiye genelinden gelen yardımların sahiplerine ulaşmadığından...
Anlatacak çok şey var diyorlar. Yarına bırakıyoruz sonrasını.
Dışarıya çıkıp bir sigara yakıyorum, ayağımda lastik ayakkabılar. Derince çekiyorum bir nefes içime...
Doğuda kar altında yoksulluk ve acı var... Çocuklar "o karın" altında kalmasınlar.
9 Şubat 2012 Perşembe
1. Adana Go Turnuvası
Sonunda Adana da bir go turnuvasına kavuşuyor! Yoksa "go oyuncuları Adana'da bir turnuvaya kavuşuyor" mu demeliyiz? Evet, bu sene ilki gerçekleştirilecek olan 1. Adana Go Turnuvası, 3-4 Mart 2012 tarihlerinde Adana'da düzenlenecek. Böylece, Türkiye'de ulusal turnuva düzenleyen şehirler arasına Mart ayı itibari ile Adana da katılmış olacak.
Turnuva, geçtiğimiz haftalarda açıklanan TGOD etkinlik takviminde de yer alıyor. Bu, Adana Turnuvası'nın sonuçlarının Avrupa Go Federasyonu'na gönderilmesi, hatta belki de (halen açıklanmadı) turnuvada dereceye girenlere play-off puanı verilmesi anlamına geliyor.
Uzunca bir süredir Adana ve Hatay'daki go oyuncuları, Doğu Akdeniz Go Oyuncuları adı altında faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Adana ve Hatay'dan birçok oyuncu diğer kentlerde düzenlenen turnuvalarda da daha önce yer almışlardı. Bu kez kendi ev sahipliklerinde yapılacak olan turnuva hakkında daha fazla bilgi almak ya da ön kayıt yaptırmak için http://www.adanago.org/ sitesini ziyaret edebilirsiniz.
merdivengo.blogspot.com
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
