Bu Blogda Ara

12 Kasım 2013 Salı

Ve Sonra Yeniden Tazelendi Bellekler...

Ahh Antakya! İstanbul’a yazılırdı hani bütün şiirler, şarkılar... 
Ahh sana yazılmalıydı oysa.11 Mayıs’tan bu yana... Tek bir gün boş kaldı mı ki sokağın?

Katledildin; sel olup aktın, katledildin; gözyaşlarında boğdun... Tutuklandın, yasaklandın, soruşturuldun!

Baş kaldırının adı oldun! 
Ahh sana yazılmalıydı şiirler!



Oğulcan! Reyhanlı da... 
Biliyoruz katillerini...
Elinde taşıdığın dergi gibiydin, bir "genç umut" dun... Hayallerinle bırakıp gittin.
Yazdık olmadı Oğulcan, çizdik olmadı, kaydettik izlettik, resmettik gösterdik olmadı... 
Milyonlarca insandık. Sokakları doldurduk. Şimdi bir bir eksiliyor gibiyiz.

Ahmet! Armutlu da...
Nasıl da gülerek gelmiştin, bir düğünden çıkıp yoldaşlarının yanına...
“Ehlen canım bensiz olur mu?”
"Çapul tv oleyy" seslerini duyuyorum..
"Onlar çapulcu diyor biz isyan..." yankılanıyor şimdi hala Armutlu da! Her pazartesi senin yanı başında. 

Nasıl oldu Ahmet’im, nasıl da ansızın gidiverdin aramızdan!
Bugün 63. gün. Buzdolabının üzerinde ki fotoğraflarına bakıp bakıp duruyorum. 
Nasıl inanılır! Bana anlat nasıl alışılır!

Bizi, hikâyelerle büyüttüler be Ahmet. "80’lerde kaç arkadaşımızı yitirdik işkencelerde, faili meçhul cinayetlerde " diye başlayan hikâyelerle... 
Şimdi bizimde öykülerimizi yazdılar. İstediler ve yaptılar. Biz mi anlatacağız şimdi:

"Bir öğle vakti, ambulans sirenleriyle irkildik. Reyhanlı’dan Antakya’ya gelen peş peşe ambulanslar... Sonra devlet hastanesinin dolan servisleri. İnsan çığlıkları, kaybolan cesetler, teşhisi yapılamayan bedenler, ağlayan anneler... Foto muhabirler! Sonra...
Sonrası işte Antakya dan yükselen çığlığın, kesilen “üç beş ağacın” isyanıyla buluşması... 

Sonra güzel deneyimler. Küçük komünler! Geceleri içilen nargileler… Derin sohbetler. Ve dostluklar sonra...
Sonra bir gün ODTÜ lü gençler. Tuzluçayır halkı...
Tüm Türkiye Reyhanlı- Antakya olmuştu da şimdi de sıra Antakya da. Selamımız vardı onurlu insanlara!
Bir pazartesi günüydü, çıktık sokaklara...
Abdullah’ımızın aramızdan alındığı gündü. Sonra...
Sonrası kızılca kıyamet... Gaz bombaları, plastik mermileri vs... İçimizde ki ateşi taşıdık barikatlara!
Uzun sürdü, ürkütücüydü...
Ardı ardına mahallemize giren akrepler! Sonra bir haber...
Hastanedesin..."

-nasıl gittin ahh nasıl!
O güzel çocuk, o atik çocuk, o cesur, korkusuz çocuk...-

"sonra yine devlet hastanesi... Yine feryatlar, gaz bombaları, çığlıklar..."
İnanılır mı aramızdan ayrıldığına?
Senin gibi direngen...
Nasılda çabucak bıraktın kendini?

Ahh Antakya şiirler yazılmalı ya sana...
Öyle büyük ve taze ki acımız...
Yazdıkça yazacak olmak dan korkuyoruz!

Özge
12.11.13

Antakya

29 Ağustos 2013 Perşembe

SAVAŞIN DA BARIŞIN DA SESİ HATAY’DAN YÜKSELİYOR

Suriye’nin başkenti Şam yakınlarındaki Huta bölgesinde yaşanan katliamlarda kimyasal silah kullanıldığının iddia edilmesi üzerine ABD, Fransa ve İngiltere gibi emperyalist güçler zaman kaybetmeden Suriye’ye askeri müdahaleyi dünya kamuoyunun gündemine taşıdı. Üstelik bunu, katliam bölgesinde bulunan BM denetçilerinin inceleme raporunu yayınlamasını beklemeden yaptılar. Suriye’ye müdahale için deyim yerindeyse fırsatı yakaladılar. Askeri müdahalenin ise en erken Perşembe günü yapılacağını dillendiriyorlar.
Hatay’ da Endişeli Bekleyiş
Türkiye’nin Suriye ile sınır kentlerinden bir olan Hatay da ise endişe giderek artıyor. Çünkü medyaya yansımayan birçok gelişme yaşanıyor Hatay’da. 24 Ağustos Cumartesi gününü Pazara bağlayan gece kent girişi Serinyol Beldesinden Suriye sınırına en yakın olan Yayladağı’na kadar bulunan bölgede 02.00-05.30 saatleri arasında uzun süren elektrik kesintileri yaşandı. Elektrik kesintileriyle birlikte Suriye sınır dağlarından ışıklar yansımaya başladı ve bu durum belde sakinleri tarafından, Yayladağı sınır kapısından Suriye’ ye askeri sevkiyatın yapıldığı yönünde yorumlandı. Nitekim Lazkiye’de yapılan katliam öncesinde de aynı bölgede 2 gece boyunca kesintiler yaşanmış ve ardından Lazkiye’ den katliam haberleri gelmeye başlamıştı.
27 ağustos günü ise Harbiye halkı askeri mühimmat ve ağır silah taşıyan çok sayıda askeri aracın sınır kapısına doğru ilerlediğini gördü. Aynı gün dünya haber ajanslarından Reuter’s Hatay üzerinden Suriyeli muhaliflere 400 tonluk cephanelik yardımı gönderildiğini iddia etti.
Reuters`ın haberine göre, "muhalif" kaynaklar kimyasal iddialarının ardından muhaliflere destek amacıyla Türkiye üzerinden 20 römork dolusu 400 ton ağırlığındaki cephanelik yardımının Suriye`ye gönderildiğini söyledi.
 Son 24 saat içinde gerçekleşen sevkiyat, muhaliflere ülkedeki çatışmaların başlamasından bu yana tek seferde yapılan en büyük silah yardımı olarak kayıtlara geçti.
Türkiye`de ameliyat olduğu belirtilen Muhammed Salam isimli bir muhalif Reuters’a yaptığı açıklamada, Hatay’dan gelen silah dolu 20 römorkun Suriye`nin kuzeyindeki karargâhlara dağıtıldığını söyledi.
Körfez ülkeleri ve Batı tarafından finanse edilen muhaliflerin silahlı çatı örgütü Yüksek Askeri Şura üyesi bir muhalif de, kimyasal iddiasının arkasından Türkiye üzerinden gelen silah yardımlarının arttığını doğruladı.
Özellikle Reyhanlı patlamasının ardından Reyhanlı sınırına yapılan askeri yığınaklar da Hatay halkının tedirginliğini arttırıyor. Çünkü Reyhanlı da ki patlamanın ardından Hatay yerel basınında hemen her gün TSK ile “kaçakçılar” arasında çıkan çatışmalar yayınlanıyor. Kaçakçılıkla mücadele konusunda Mayıs ayından bu yana artan güvenlik önlemleri ise Hatay halkı tarafından Suriye’de bulunan ve sınır ticaretini ele aldığı iddia edilen cihatçı çetelerin kendi aralarında bir ticari anlaşmazlığın olduğu ve “kaçakçılık operasyonları” adı altında yapılan bu müdahaleler ile cihatçı grupların ticari isteklerinin hükümet tarafından karşılandığı yönünde.
“ Savaş Gönüllüsü AKP”
Dünya ülkeleri Suriye’ye emperyalistler tarafından yapılacak askeri müdahalenin ne zaman yapılacağını, Türkiye’nin bu müdahalede nasıl rol alacağını tartışa dursun, Hatay halkının iki yıldır bildiği-gördüğü bir gerçek var. O da şudur ki AKP hükümeti Suriye de iç savaşı 2 yıldır zaten kışkırtıyor. Cihatçı katilleri silahlandırıyor, kamplarda eğitiyor ve Suriye’ye gönderiyor. AKP hükümeti 2 yıldır yaralı cihatçı militanları Hatay’da bulunan hastanelerde tedavi ediyor. Bu cihatçı militanlara, Suriye’nin Reyhanlı sınırı başta olmak üzere diğer sınır hattı boyunca güvenlik kontrolünü ve sınır ticaretini de teslim ediyor.
Hatay halkı biliyor ki AKP iktidarı uzun süredir Suriye’ye dönük emperyalist müdahalenin başlıca gönüllüsüdür. Başbakan ve Dışişleri Bakanı defalarca dillendirmiş, batılı emperyalist güçlere Suriye’ye müdahale çağrıları yapmıştı. AKP zaten “savaş gönüllüsüdür.” Suriye’ye yapılacak herhangi bir askeri müdahale ile ülkemiz toprakları da bu savaşın içine sürüklenecek. Başta Hatay ve Adana olmak üzere, bütün bölge savaşı en sıcak yaşayacak yerler olacak.
Gezi Direnişi Ruhuyla Savaşı Durduracağız
Evet savaş tamtamları çalmaya başladı. Evet Hatay halkının endişesi büyüyor. Ancak Hatay halkının mücadelesi de büyüyor. Hataylılar Mayıs ayında Reyhanlı da resmi rakamlarla 53 canını kaybetti. Haziran isyanlarına Abdullah ve Ali İsmail’ini verdi. Reyhanlı katliamıyla Hatay’ın öfkesi, Haziran isyanlarıyla AKP’ye karşı büyük bir direnişe dönüştü.
Hatay’da 2 yıldan bu yana emperyalizmin savaşına, valinin yasağına, AKP’nin ayrımcılığına karşı verilen ve Haziran isyanlarıyla büyüyen bu mücadele şimdi 1 Eylül dünya barış gününde, kentte yürütülen OHAL uygulamalarına rağmen sokağa taşınmaya hazırlanıyor.
Hatay halkı ülkemizde ve bölgemizde barışı haklim kılmak için, direniş şehitlerinin hesabını sormak için, kardeşliğin ülkesini kurmak için 1 Eylül’de barış mitingin de buluşacak.

Özge SAPMAZ

27 Mayıs 2013 Pazartesi

reyhanlı'yı unutma...

bahar geldi!
içlerimiz kıpır kıpır olacak...aşklar yaşatacak mevsim bize, bazen de geçmişi hatırlatacak bir deniz kenarında...
Bahar içimize dolacak... renkler gözlerimizi kamaştıracak.

bahar geldi!
şimdi daha çok döneceğiz kendimize. rengarenk elbiselerimiz olacak. yarı açık papuçlarımız. dokunduğumuz her şey bir kelebek olacak. uçacak gökyüzüne, masmavi bir özgürlüğe...

bahar geldi!
aldanma!
değişmeyecek reyhanlı'da ki gençlerin hisleri. dönmeyecek bakışları o güzel mutlu günlere, sen bahara aldandıkça...

çok sert ve alışılmış bir slogan olarak kalacak senin için de reyhanlıyı unutma!
ama sen her söylediğinde, "bahar" olacak reyhanlıya...

savaş devam ediyor.
16. gün. bir bahar ayında; savaş var, bu barış ve kardeşlik kentinde...
16 gün oldu.
burada artık insanlar mezhepleriyle tanıtıyor kendini.kapama gözlerini, kulaklarını kapama...
burada insanların isimleri kayboluyor.
alışıyorsun, alışıyoruz...
bir şehrin havasında karalar var...
görmüyorsun!

22 Mayıs 2013 Çarşamba

canlar çalınıyor!

bugün on birinci gün. üstü tamamen kapatıldı. insanlar çoktan unuttu. Türkiye'nin gündemini yalnızca bir gün işgal etti. şimdi herkes günlük yaşantısına döndü.
ne yazık ki hissedilmiyor. ne yazık ki canlı tutamıyoruz insanların hafızalarında reyhanlı' yı.
"çanlar kimin çalıyor"
bugün oğulcanın babası öyle bir kitap verdi ki elimize...sözün sonuydu işte. oğulcan hatay halkevi kütüphanesinden almış hemingway'in bu kitabını. babası uzatıyor elime, ödünçtü size iade edelim diye. kapağı açıyorum "barış ve kardeşlik için liseli genç umut" yazıyor.
insanın içine dokunuyor. ağır geliyor. barış ve kardeşlik yazıyor!

nasıl anlatsak ne yapsak yetersiz kalıyoruz. bugün oğulcanın babasının söyledikleri çıkmayacak aklımdan. ben şanslıyım diyor oğlunun cesedini tek parça bulabildiği için o enkazdan. çoğu kül olmuş cenazeler kaldırıldı çünkü. kopmuş bacaklar, kollar, kafalar arasında aradı insanlar yakınlarını.

mide bulandırmak, acıtmak, vicdan yapmak için yazmıyorum.
burada bir savaş var...
duyuyor musunuz!
geride kalanların gözlerinde tek bir görüntü var. "et parçaları"
şimdi nasıl verilecek bunun hesabı. bilmem kaç kişi hapse atılsın, bilmem kim şunu desin, bu olsun...
burada savaş var!
yeni bombalar patlayacak belki. belki bu bir ilk adımdı...
burada savaş var!
yüzünüzü dönün buraya.

savaş çığırtkanlarının yüzüne tokat gibi çarpsın oğulcanın kitabı:
"Ada değildir insan, bütün hiç değildir bir başına; anakaranın bir parçasıdır, bir damladır okyanusta; bir toprak tanesini alıp götürse deniz, küçülür Avrupa, sanki yiten bir burunmuş, dostlarının ya da senin bir yurtluğunmuş gibi, ölünce bir insan eksilirim ben, çünkü insanoğlunun bir parçasıyım; işte bundandır ki sorup durma çanların kimin için çaldığını; senin için çalıyor."

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Reyhanlı Travması


Reyhanlı da katliam yapıldı. İki gün geçti üzerinden. Sosyal medya sitelerinde paylaşıldı görüntüleri. Onlarca ceset taşıdı reyhanlı halkı, sağlık çalışanları. Yüzlerce yaralının feryadı doldurdu kulaklarımızı.

Sonra birden bir yayın yasağı geldi. Haberi yapanlar gözaltına alındı. Kocaman laflar ediliyor hükümet tarafından peki ya geride kalanlar!

Olay anında orada olan yüzlerce çocuğun gözüne uyku girmiyor. Aileler çocuklarının ellerini bırakmıyor, yanı başından ayırmıyor. Reyhanlı sokaklarında iş makineleri “temizlik” yapıyor.

Ogün orada olan ve “şans eseri” patlamadan sağ çıkan çocukların gözlerinde korku hâkim şimdi.

Cumartesi günü ailesiyle birlikte, ikinci patlamanın yaşandığı yerde, işyerlerini açmaya giden 18 yaşında bir öğrenci bugün Hatay da bizleri buldu.

Yanımıza geldiğinde göz temasından kaçınıyordu. Sesi zor çıkıyordu. Bir iki kelime yetiyordu, gözyaşlarının damla damla belirmesine. Yine de tutuyordu kendini. Ve yardım istiyordu, psikolojik destek almak istiyordu. Çünkü üç gündür ışıklarını kapatmadan oturuyordu evinde. Kalabalığa karışmaktan kaçıyordu. Korno sesinden bile rahatsız oluyordu.

O nun hikâyesi biraz vicdan muhasebesi yaptırıyor dinleyene. Can sıkıyor. Yinede anlatmak istiyor. Hatta “yazın bu anlattıklarımı” diyor. “orada yalnızca insanlar öldürülmedi, oradaki insanların bundan sonra ki yaşamlarını da çaldılar…”

Reyhanlı’lı 18 yaşında bir öğrenci. Tanık olduğu şeyler kuşkusuz bir ömür aklında kalacak. Belki bundan sonra daha içine kapanık olacak, sokağa çıkmaktan korkacak. Ve hayatı boyunca bir şeyleri kaybetme korkusuyla yaşayacak!

Dükkânda annemle birlikteydim diye başlıyor yaşadıklarını anlatmaya. “Bizim iş yerimiz PTT binasının yanında (ikinci patlamanın olduğu yer) birden çok güçlü bir ses geldi diyor. Ve gökyüzü sarıya boyandı. Koşarak geldi babam “belediye binasını bombaladılar, ben yardıma gidiyorum sizde eve geçin” dedi. Çok telaşlıydı. Çıktık hep birlikte. Sokaklar insan doluydu, herkes patlamanın olduğu yere doğru yardıma koşuyordu. Kolu bacağı olmayan ya da vücudu kanlar içinde olan yaralılar vardı her yerde. Beş dakika geçmedi ikinci bir ses geldi. Bu kez her yer kapkara…

Annem üstüme kapanıp yere yatırdı beni, camlar patlıyordu… Evler yıkılıyordu… Beton bloklar bir bir yıkılıyordu, insanlar altında kalıyordu… Oradan uzaklaşmaya çalışırken cesetlerin ya da yaralı insanların üstüne basa basa geçmek zorunda kaldık. Babam bize doğru koşarken yaralı bir kızın üstüne basmış, kız gözlerini açıp “beni kurtar” demiş… Herkes panik halinde ve sokaktaydı. İnsanlar kime yardım edeceğini bilemiyordu.

İlçeden dışarı çıkmaya çalışan araçlar gidemiyordu çünkü öyle akıllıca yapılmış bir katliam ki bu o alandan çıkış yapılabilecek iki yolun kesiştiği yerde patlatıldı bombalar. İşte bu yüzden onların amacı direkt can almaktı, işte bu yüzden bu bir katliamdır.”

O anlatırken yüzünde tek bir şey görüyorsunuz o da bu genç kadının hala o anda yaşadığı.
Sonra işte diyor “bir çok akrabam öldü. Çoğu yaralı. Biz şans eseri kurtulduk. Hala enkazdan çıkartılamayan cesetler var. Hala kimliği tespit edilemeyen cesetler. Yıkılmış evler, işyerleri, arabalar var kullanılmaz halde olan.

Bakıyorum televizyonlara açıklamalar yapıyorlar. Ölü sayısı şu kadar, bu kadar hasar var. Başımız sağ olsun, geçmiş olsun vs diye. Hükümet konuşuyor, bakanlar geliyor… Herkes kimin yaptığı bulundu diyor. Neyden bahsediyorlar, dün Reyhalı da halkı katlettiniz. Bu tarz eylemlerin yapılacağı bilgisi gelmiş güvenlik güçlerinize. Tam iki ay önce.

Gerekli önlemleri almadınız, gözünüzü kulağınızı kapattınız. Kimin yaptığını biz açıklayalım size! Duymak ister misiniz?  Siz yaptınız…

18 yaşındayım. Üniversiteye giriş sınavına gireceğim iki ay sonra. Hangi psikoloji ile!
Ben artık uyuyamıyorum bile. Tek bir şey var içimde o da korku.

Ogün açık öğretim sınavları vardı. Dershanelerde seviye tespit sınavları vardı. Reyhanlı merkezi gençlerle ve çocuklarla doluydu. O gün orada sadece insanları öldürmediniz o gün orada gençlerin ve çocukların geleceğini de çaldınız...”

Onun anlattıkları üzerine çokta laf etme gereği kalmıyor. Reyhanlı patlaması kuşkusuz bir travma yarattı ama artık bu gençlerin çok iyi bildiği bir gerçekte var o da AKP’nin yalan söylediği. O katliamın herkesten ve her şeyden önce tek sorumlusunun AKP olduğu…

            

Antakya ayakta: Gün, AKP’den hesap sorma günüdür!

Evet Hatay kan kokuyor! Hatay’ın kan kokmasının sebebi bugün için Reyhanlı’da yaşanan patlamalardır.


Hatay’da yaşıyorum ve diyorum ki, televizyonlarınızı kapatın! Yalan söylüyorlar… Yaşamını yitirenlerin sayısı 2 haneli değil. Ne yazık ki değil. Burada savaş çığırtkanlığı yapıp rakamları şişirmiyorum. Sadece gerçek bu. Kan kokuyor diyorum Reyhanlı! Bir dershanenin çıkışına denk geldi olay. Ölenlerin çoğunun çocuk olduğunu söylemiyorlar. Tanınanamayan cesetleri saymıyorlar… Sadece sayılarla ilgileniyorlar çünkü!

Kim mi yaptı? Çok önemi yok buradaki insan için! Ama sebebini biliriz. Sebebi AKP dir…

Önce sınır diye bir şey yoktu. Sınır yeri dev bir pazardı. Sivil bir insan olarak orada geçip dolaşıyordum. Tamamen ÖSO’ nun (Özgür Suriye Ordusu) elinde oralar. Araba patladı, sonra sınır çizildi…

Şimdi de Reyhanlı kent merkezi…

Olanların Esad’la alakası yok. Cihatçı, El Nusracı çeteler yaptılar. Daha bir hafta önce Alevi din adamının evi basıldı, “seni yakacağız” diye not bırakıldı… Ondan hemen önce iki Hıristiyan din adamı kaçırıldı… Ardından Erdoğan açıklama yaptı, ABD karadan harekat başlatırsa destekleriz diye… Daha ne olabilir…

Savaş karşıtı yürüyüşlere mitinglere müdahale edildi. Mitinglerde konuşmacı olan sendika başkanları, demokratik kitle örgütü temsilcilerine, mitinge katılan halka soruşturma açıldı…

Ama ana akım medya bütün bunları altyazıdan bile vermedi…

Akil sakil adamlarla oyalandı… Gözünü kapadı…

O kopmuş bacakları, doktorların bir yapboz yapar gibi hastahanede uğraşılarını görmediniz! Kimse bilemez! Bilemez ve anlayamaz!

“Bir Türk dünyaya bedel”di hani?

46 Reyhanlılı ölü, 3 Bostonlu etmiyor… 1 ay Boston’dan bahseden ana akım medya, Reyhanlı katliamını surviver programının altına, altyazıdan geçiyor!

Vicdanınız, insanlığınız, günahınız, sevabınız, yasanız, yasağınız(!) yürütmeniz işte bu!

Bebek ölümlerinin arasına, reklamlar giriyor!

Sizin adeletiniz, sizin oyununuz buysa, biz bu oyunu bozarız!..

Madem koruyamadınız, biz koruyacağız!

Sokak da bizim! Mahalle de bizim! Reyhanlı da bizim!

Siz kim oluyorsunuz!

Artık sabrımız kalmadı! Artık yeter!

Bugün saat 16.00’da Armutlu semt pazarında 10 bini aşkın Antakyalı buluştu. Bugün Antakya’dan tek ses yükseldi: Tayyip, Davutoğlu, Vali istifa!

“ÖSO mu, Esad mı, El Muhaberat mı” tartışmasından önce gerçek işbirlikçiden; önce AKP’den hesap sorma günüdür!

Gün, AKP’den hesap sorma günüdür!

Duygu Şahlar

Şu an için 46…

Amasız fakatsız Reyhanlı’daki ve Suriye’deki saldırıların baş nedeni AKP politikalarıdır. Önünde arkasında başka bir şey aramaya gerek yoktur


46 nedir? Otobüs koltuk sayısı ya da evimizin adresindeki sokak numarası mıdır 46? Durakta otobüs beklerken ki sayımız mı? Ya da ikiye kalansız bölünen iki haneli bir sayı mı? Ne dir 46?

Reyhanlı’nın rakımı olabilir mi 46? Acımızın ya da öfkemizin açık kodu?

Bütün hükümet yetkilileri Reyhanlı saldırısında hiç sorumlulukları yokmuş gibi açıklamada bulunup itidal çağrıları yapıyor.

Olayla ilgili gözaltıların olduğunu, gerekli işlemlerin yapılacağını, ‘sabrımızın’ test edilmemesi gerektiği belirtiyorlar. Her tarafı tehdit eden konuşmalar yapılıyor, “gereken yapılacaktır” diye. (Gereken her neyse?) 46 yoksa tehdit sayısı mı ?

Reyhanlı’da hayatını kaybeden 46 yurttaşımız, 46 umut, 46 yaşam, 46 sevgi, 46 hüzün, 46 hayat nasıl anlatılır, nasıl yaşanır? Ölen insanlarımız, istatiksel veri değildir. Acımız ve öfkemiz sayıyla ifade edilemez ki …

Kriminal incelemede bulunan Ufuk Uras hemen failleri bulmuş, patlamadan dakikalar sonra. “Esad’ın bu işi yaptığını” kamuoyu ile paylaştı.

Hiç ummadığımız yerden, birlik mesajı verip hükümetin yanında olmamızı ifade edenler oldu. Soruşturmanın sonucunu beklememizi de ayrıca hatırlattılar.

Sahi Roboski raporu ne olmuştu hatırlayanımız var mı?

Amasız fakatsız Reyhanlı’daki ve Suriye’deki saldırıların baş nedeni AKP politikalarıdır. Önünde arkasında başka bir şey aramaya gerek yoktur.

Sonuç acı ama gerçektir:

Şu an için 46….

Defnedecemiz 46 can, soracağımız 1 hesap ve bu kan denizinin ufkunda yapacağımız 1 devrim var.

Serhad Savaş

9 Mayıs 2013 Perşembe

Musa Dağı'na...


Şehirden musa dağına uzanan patika yollar var. Arada iç geçirerek ve orada olabilmenin hayalini kurarak seyir ediyorum. Uzadıkça uzuyor yol. Kıvrımları derin, çıkmadan bilemediğin, yürümeden yol olmayan türden.
Sonra şehirden uğultular yükseliyor. Sesleri bir birine karışıyor sokakların. Kalabalığın gürültüsü kullarımı tırmalıyor. Uzaklaştıkça yoldan, kabulde görmeme başlıyor sanki. Sanki bir olmuş bütün o antik kent üstüme doğru koşuyor.
Musa dağına uzanan yolun orta yerinde dönüp yüzümü şehre, kucak açıyorum. Kollarımın arasına doluştukça insancıklar, hayvanlar, ağaçlar, doluştukça kucağıma sevgililer, nefretler, gülüşler, bekleyenler kollarım uzuyor. Sımsıkı sarılıyorum. Yükümü arttırıp daha da inatla koşuyorum zirveye doğru .
Çok ağır geliyor. Yarısı düşüyor kollarımın arasından. Herbirine ses ediyorum. -yalnız başına katlanamaz insan bu yüke- sarılın birbirinize diye. Sonra bir sarmaşık oluveriyoruz, kenetleniyoruz. Acılar, sevinçler, geride kalanlar, yeni gelenler, karışıveriyoruz birbirimize…
Musa dağına uzanan patika yolun kıvrımları artıyor. Yol yürüdükçe zorlaşıyor! Bazımız asiye düşüyoruz sel olup karışıyoruz doğaya… Bazımız olduğu yerde tohum olup toprağa karışıyor, bazımız yolu inançla yürüyor…
Musa dağına uzanan patika yolda hayatla karşılaşıyorum. Kimin burada öleceği ya da kimin o akdenize uzanan yamaçtan ineceğini bilmeden bir seyri daha gerimde bırakıyorum.

9.5.2013
Antakya 

6 Nisan 2013 Cumartesi

BARIŞ' A SES VER!





27 Nisan 2013 cumartesi
Saat 16.00 da 
Saray Caddesinde 


“Savaşa Meydan Oku,

Barışa Ses Ver, 

Büyük Halk Korosuna Katıl” 

18 Mart 2013 Pazartesi

geriye çekilip baktım kendime


Tarih 18 Mart 2014. 
Günlerden Salı.
O gün. 
O güzel şehirde, o inancını halkının acısından doğurmuş şehirde, Dicle ile Fırat’ın orta yerinde...
Son hamlemi yapacağım...
ve bu oyunu ben kazanacağım!

3 Mart 2013 Pazar

Opeth- Soldier of Fortune


sana sık sık hikayeler anlattım
bir serserinin hayatını nasıl yaşadığıma dair
elini tutup sana şarkılar söyleyeceğim günü bekleyerek
sonra belki bana
'gel yanıma uzan ve beni sev' diyecektin
ve ben tabii ki (yanında) kalacaktım

ama giderek yaşlandığımı hissediyorum
ve söylediğim şarkılar
uzaklarda yankılanıyor
tıpkı dönüp duran
bir yeldeğirmeninin sesi gibi
sanırım ben hep
bir ganimet avcısı olarak kalacağım

çok zamanlar bir yolcu oldum
yeni bir şeyler aradım
eskinin günlerinde
soğuk gecelerde
sensiz dolandım durdum
ama o günlerde
gözlerimin seni yanımda dururken gördüğünü düşündüm
körlük kafa karıştırsa da
senin orada olmadığını gösteriyor (sonuçta)

artık giderek yaşlandığımı hissediyorum
ve söylediğim şarkılar
uzaklarda yankılanıyor
tıpkı dönüp duran
bir yeldeğirmeninin sesi gibi
sanırım ben hep
bir ganimet avcısı olarak kalacağım

evet duyabiliyorum
dönüp duran bir yeldeğirmeninin sesini
sanırım ben hep
bir ganimet avcısı olacağım

17 Şubat 2013 Pazar

öyleyse kadın


Uykularına kırgınlıkla dalan kadınlar vardır, ölürler hep.önce ayakları yiter. Birileri, gelip, ayaklarını götürür kadınların.ayaksız kalmış kadınlar, şişmiş elleriyle, yaşamı çekilir kılacak bir şeyler bulmaya çalışırlar. Açlıktan kazınmaları, herşeye dokunmaları bu yüzdendir,ellerinin yetmediği kadar ve yalnız el yordamıyla.

Gözlerin varlığı, tam bu sırada çekilmez olur. Gözler dehşetli bir sancıyla büyür, büyür ve sonunda patlar.bu bir yana, kıkırdak halindeki oynak kurallar, taşlaşarak etlerine kazınır...izler, izler; çirkinleşir kadınlar. “ağlar melekler”

Kenar mahallelerin koca memeli  özlü sözleri, mürekkep yalamış bütün günlerde doğrulandıkça, gülesi geliyor insanın.anlamının gereksizliğine inandıkça insan.

15 Şubat 2013 Cuma



Bende bir aşk var
Onu hep yanlış kalplere bıraktım
Bende bir ask var
Onu soğuk yataklarda harcadım

Tutuk dileğimi neden köksüz ağaçlara adadım
Bende bir ask var
Onu hep kırık yelkenlere bağladım

Senin gökyüzünde benim yerim yoktu
Kuru dallarında kanatlarım kırılıp koptu
Senin toprağında benim evim yoktu
Kader ayrı sondu, yazdığı son hikâye buydu

Yanlış yerde geziyor bu kuş
Bu yüzden yalnız uçuyor bu kuş

31 Ocak 2013 Perşembe

suriye...

Suriye sınırına da uçar mı turnalar,
kadınları ve çocukları kucaklar mı sıcacık dost kucakları...

sınırdayım...
uçak sesleri, bomba sesleri, ambulans sesleri!

sınırdayım...
sarı ve siyah birarada hiç de güzel durmuyor!

26 Ocak 2013 Cumartesi

söylemek isterim ki,
sensiz güneyde yaşamak zor...
bilmeni isterim ki,
sensiz yaşamak zor...
sadece bir umut!
Asi kenarında yürürken her akşam -benzer mi Seyhan'a bilmem-
aklımdasın.
yinede olur ya;
belki gelirsin karşıdan diye...

bir düş görüyorum,
seni görüyorum,
güzel günlere koşuyoruz,
Masmavi günlere...

sözün sonu şu ki;
seni çok özlüyorum...

8 Ocak 2013 Salı

gulumse

Yalnızlıkla nasıl baş edilir?
Her zaman gülümse.
Dişlerini anlamsızlıkla parlat
Ve yalanlarla keskinleştir. 

Ve ters giden ne varsa
Etrafında dolaşmaya devam edecek 
İşte yalnızlığa böyle katlanırsın;

Her şakaya güler,
Körü körüne sarıp sarmalar,
Kalbini dumanla doldurursun. 

Ve istediğin ilk şey
İhtiyacın olan son şey. 
işte yalnızlıkla böyle baş edersin, 

Sadece her zaman gülümse. 

1 Ocak 2013 Salı

ey güzel ülke


Ey güzel ülke, uzak ülke
Ey bilmediğim ülke
Ne kendi isteğimle geldim sana
Ne de soylu bir atın sırtında
Beni bu yiğit delikanlıyı
Gençliğin ateşi sürükledi sana
Bi de başımdaki şarap dumanları

yılın ilk günü. bilir misin bu şarkıyı? bazen ezginin günlüğü olmasaydı ne dinlerdik diye aklımdan geçirmeden edemiyorum:)

yılın ilk günü uzunca bir yolculukla geçti. mersin'den Antakya'ya araç bulamadığım için, Adana'dan bindim antakya arabasına.biraz yorgun eve geldim. bir kadeh ev yapımı şarap aldım elime ve bir defter ile kalem. yılın ilk notları...

tek bir soru var aklımda: neden? 
kaç yıl olmuş hatırlamıyorum. aslına bakarsan uzun uzun düşündüğümde seninle ne kadar az zaman geçirdiğimizi fark ediyorum. bu kadar az zamanda, içimde dolu dolu hissettiğim bazı anlar var.neden o anlar unutulmuyor?neden onca geçen zaman, geçen insanlar ve değişen mekanların ardından aklım hep yerinde sayıyor?

bugün adana'ya indiğimde bilmem kaç yıl önce oturduğum, nargile barın arkasındaki evin olduğu sokaktan geçtim. hatırlar mısın bilmem, herşey tam da o evde başlamış ve bitmişti, hani amerikan mutfak olan.

sokakta ilerledikçe bomboş arsalar karşıladı beni. evi bulmaya çalıştım ama yerinde koca bir moloz yığını vardı.yıkılmış... o evi yıkmışlar... yıllara dayanmıyor mekanlar. geçip giden zamana bir tek insanlar direniyor.

yıkılan evlerin arasından geçtim. sokağın sonunda bir tek sigara yaktım ve anılarımı içime çektim. kentsel dönüşüme isyan ettim sonra. artık elimden bundan fazlası gelmiyor...

böyle oluyor işte. ne zaman sana yazmaya başlasam, seni ansam konu A iken Z oluyor. sözün sonu gelmiyor.

ama sonra hep soru geliyor aklıma.
Neden?
neden sen? cevabını veremediğim bu soru, kendimi yıkılmış bir ağaç gövdesi gibi hissettiriyor.

bir cevap verebilir misin?