Günler oldu…
Bazen klavye
başında, bazen defter sayfalarında… Tuşlara basmaya, kalemi oynatmaya
çekiniyorum. Yazmak beni artık zorluyor. Ellerim titriyor. Kalbim boğazımda
atmaya başlıyor. Hızlı hızlı basıyorum tuşlara. İçimden geçenlere
yetişemeyecekmişim gibi ya da bir an evvel bitsin ve kurtulayım der gibi…
Oysa yazarak
var olmaya çalıştım yıllarca. Aklımdan, kalbimden geçirdiğim ne varsa… Güzelliklere,
çirkinliklere, iyiliğe ve kötülüğe dair. Bazen bir kelime, bazen sayfalarca! Yazmak
benim için iyimi kötü müydü bilmiyorum. Ama şimdi durduğum yerden bakınca;
hayal kurmayı öğrenmişim yazarak… Terk ettiğim yalnızca yazma alışkanlığı değil
de hayallerimmiş de!
Şuan ın bir eşik
olduğu bilinciyle, sandalyede bir geriye çekiliyorum, bir ileriye gidiyorum. Parmaklarım
bir birine dolanıyor. Yanlış harflere dokunup duruyorum. Silip silip yeniden
yazıyorum!
Yıllar geçmiş.
Fiziksel ve zihinsel değişimlerim olmuş. Sayfalar bomboş! Hafızam artık
eskisinden daha yetersiz. Ne yaşadım, kimlerle yaşadım hatırlamıyorum. Eski defterlerimi kurcaladım. Sayfalar dolusu…
İnsanın geçmişinden bugüne yazdıkları kalıyor ancak!
İçim burkuluyor.
25 yaşımdan bugünüme geçen zaman yok gibi. Sözcüklerimin tükenmesiyle,
anılarımda yok olmuş hayallerimde. Anlıyorum ki “yazma”ya değil kendine oluyormuş
insanın küskünlüğü.
Ve en fazla ne
olabilir ki insanı kendine küstüren!
Yazmaya
çalıştıkça bugün, bir kuşun kanat seslerini duyuyorum; parmak aralarımdan
kalbime doğru yol alan! Yazmalı o zaman. Çünkü yazdıklarından fazlası değildir
insan.