Bu Blogda Ara

14 Şubat 2025 Cuma

2025 6 Şubat'ı

Bu akşam herkes gidecek...

Kamera ışıkları, deklansör sesleri, konserler, sergiler, söyleşiler, gösterimler de bitecek!

Haber bültenleri "ülke gündemi"ne dönecek hızlıca;

Sosyal medya görselleri "çiçekler ve böceklere" dönecek...


Bir biz kalacağız yine; 

hayatta kalanlar ve hayatta olmayanların anılarıyla!


Neyse ki onlar gibi "kendimi sirk maymunu gibi hissetme" hissi de gidecek!


26 Mart 2019 Salı

Ekinyas

Yeniden buluşacağımı biliyorum seninle!

Kim bilir belki bir dost muhabbetinde, ya da bir ağaç dibinde...
Belki bir köprüde, bilmem kaç kilometre uzakta bir şehir meydanında...
Likya yolunda bir yürüyüşte belki...
Belki bir kamp ateşinde...
Acının öfkeye karıştığı kalabalığın en önünde, bir fotoğraf makinesi deklanşöründe...
Yazın kavurucu sıcaklığında, yoksul bir mahallede, ellerinde umudu taşıyan çocukların seslerinde...
Bir barda belki, üçün beşin hesabı karışmışken, yarı sarhoş yarı ayıkken...
Bir yılı devirirken, yenisine yakılan havai fişek gösterilerinde...

Ama biliyorum!
Bir gün yine buluşacağız seninle...

17 Nisan 2018 Salı

Açık Mektup / Bok – Bir Grup Gak’ın Kolektif Alter-Egosu

Seni sevmiyorum ve bu yüzden sana seslenirken ana dilimde; “sevgili” ünlemini kullanmayı reddediyorum. Bugün içimdeki öfke seninle büyüyor. Seni sevmiyorum, seni önemsemiyorum ve bugün içimdeki yıkıcı güç, tam da bu yüzden seni hedef alıyor.
O kadar korkuyorsun ki, bütün sokaklar, parklar, her yer senin korkunun iğrenç, yapış yapış kokusu ile doluyor. İçime çekiyorum o kokuyu. Bu tarihsel bir zafer güzelim! Korkunda boğulacağını bilmenin huzuru ile yavaş yavaş gelen o zaferi bekliyorum.
Dilini sivrilten de bu korku. Klişelerle bezeli erkeklik kalenin içinde, ancak kurduğun cümleler kadar iktidara sahipsin. Ama biliyorsun değil mi, ben kurmadığım / kurmaya tenezzül etmediğim cümleler kadar güçlüyüm. Bu yüzden sen enseni şişirip, yüzünü kızartarak yüksek sesle yazdıkların kadar varsın! Daha çok bağır, tükürük saç, beni etiketle hatta e mi? Senin bugüne has o küçücük eril varlığın, yarınki yokluğunun güvencesi. Arkama yaslandım, sakince bekliyorum.
Sen konuştukça yarının fotoğrafından siliniyor suretin. Yerini almak isteyen de yok ve asıl huzur burada. Seni fotoğraftan silmek isteyenler parlatılmış selfielerin de düşmanı. Masanın üzerinde, duvarında, zihninin en yüzeysel bölmeciklerinde arşivlediğin o klişe etiketlerle sen, yüksek sese mahkum erkek popülarizminin sonunu getireceksiniz. Bugün çekmecenden “liberal”i çekmişsin, yarın cümle içinde “ahlak” dersin, başka bir gün allı dallı güllü bir kelimeyi alır sofrada servis edersin. İşte bugünlük liberal, belki yarın ahlaksız, öbür gün senin seçtiğin ne ise o olan ben, bugün nasıl sakince gülümsüyorsam, yarın da aynısını yapmaya devam edeceğim. Ve bu arada daha çok kork diye söylüyorum, muhatabı olmayan kimsenin göremediği, gözlerimin içinden taşan ve birgün mutlaka senin gibileri küle döndürecek olan o ateşi sen her daim göreceksin. En çok bir bok olmadığını kendi kendinin yüzüne vurduğun ve bütün yadsıma çabaların boşa düşüp, deliler gibi çaresiz kaldığında göreceksin.
Bu arada yalnız olmadığını biliyorum. Sadece erkek değil, ama aslen bir erk-ek olduğunu da biliyorum. Taktığın maskeler o kadar çerden çöpten yapılmış ki, ardını görmemek için aptal olmak gerekiyor. Sen kimi zaman tartışmaya, kendi isminin ağırlığı ile girensin. “Haydi bebeler, siz gidin şurada top oynayın” edasından öte başka da bir edası olmayan, niteliksiz bir erişkinsin. Kimi zaman arabuluculukla, yeniden üretimin bir bilinçsiz gönüllü neferisin. Kimi zaman çok bağıranın, desibelinin etkisi ile yanında saf tutmadığında o sesin altında kalacağından korkup alkış tutan, kimi zaman susarak görünmez olup, her nevi yargıdan kaçansın. Ben bu arada anlatırım, anlatırım, anlatırım, anlatırım… Sen yaraladığını sanırsın, böyle bir gol atmış futbolcu edası ile bu kez de tribünlere oynarsın. Kurduğun 10 cümlenin dokuzunun öznesi olan “sen”, benim kolektif özneli cümlelerime tecavüze kalkışır ve şiddet uygularken, utanmadan bana nasıl kadın olmam gerektiğini falan da anlatırsın. Hiç yalnız değilsin. Çoksun, çoğalmak için her nev’i koşula da sahipsin.
Bu sana açık mektubumdur. Yol yakın değil, artık dönemezsin. Senin binli yılları bulan tarihinde değişen bir bok yok. Bu mektup sana bizim cephede bir şeylerin değiştiğini anlatsın isterim. Aslında sana ne anlattığı da umrumda değil, biz de çıksın artık ok yaydan isteğindeyiz. Sadece ensende olduğumuzu bil istedik. Dövdüğünü sanıyorsun ya, canımız yanmıyor. Hani abilik-ablalık taslıyorsun ya… Of diyoruz, ne riyakar! Bütün sözler gidecek bir gün elinizden tek tek, kaçacak. Çünkü sözlerin bir gücü ve niteliği vardır. Sizin sandığınız gibi, aciz ufuklarınızın kölesi değildir onlar. Kaçacaklar elinizden bir bir. Bağırdığınızı sandığınız her anda o tükürüğünüzde boğulacaksınız. Böyle günlere inanıyorum ben işte. Selfielerin, kişisel hesapların, benlerin, iyilerin, uzmanların, etiketlerin kendi bokunda boğulduğu günlere… Ha kimse çıkıp da demesin, bugün ortak düşman var, dur hele diye! Kimi nasıl def’ettiğin pek bir önemli. Bu bok kokulu erillikle, bugünün güncel kötüsünü yenmişim, yenilmişim bana ne. Değil mi ki, bana her yer gurbet, benim için hiçbir yer sıla! Vebali siz de ise, bedelini de siz ödeyin. Biliyorum ki, görüşeceğiz.
BOK

12 Aralık 2017 Salı

Vakit Kısa!

Yalnızlığımızı hatırlamak da, eski sevgiliyi unutmak gibi uzun sürüyor.
....

Tamda böyle bir aralık da buluştuk onunla; 
Çünkü ikimizinde en iyi bildiği şey; "bir insanı en çok aynı yaraya sahip olanların anladığı" idi!
Ortak acıların birleştirici gücü vardı; saramasa da iyileştirmeye çalışırdı!
....
Yalnızlık, hatırlamak, unutmak, ortak acılar, ortak yaşamlar...
İyileşmeye başlayınca vakit hep kısa kalıyor!

5 Aralık 2017 Salı

Seç'im

“Herkesin senin hakkında bir fikri var. 
Tanımları, sıfatları, sözcükleri. 
Nasıl birisin, ne istiyorsun, neleri seversin, hayallerin nerede başlıyor, nerede bitiyor? 
Sen; birinin aşkısın, annenin kızı, babanın oğlu, başarılı, ezik, yetenekli, sünepe, güzel, çalışkan, merhametli, acımasız, kıskanç ya da sinsi...
Başkalarının senin hakkında söylediklerini kendi gerçeğin sanabilirsin. Başkalarının hayallerini kendi hayallerin sandığın gibi. 
Gerçekte ne olduğunu sadece bir şekilde anlarsın: Seçim yapmak zorunda kaldığında..."

20 Kasım 2017 Pazartesi

Yaş'ımı Yağmurdan Aldım

Yağmur yağıyor! Bu sene Antakya'ya kış geç kaldı... Yağmur öyle güzel yağıyor ki! yeryüzü nasıl arınıyorsa bende öyle arınıyorum!

Gidenler oldu bu kış yine. Nefret söylemlerini üzerimde bırakarak... Bu kez biraz keskin oldu ama. Biraz ağır oldu... Toparlamam vakit alıyor!

Yağmur yağıyor! Şehir kışa hazırlanıyor. İnsanlar evlerine kapanmaya, Hayvanlar kuytulara saklanmaya, Bitkiler dinlenmeye çekiliyor... Ben harekete geçiyorum. Biraz karmaşık çokça yorucu oldu... Ama geçiyor. Her ayrılık acısı gibi!

Şaşırtıcı bir tesadüf bu benim için...

Kaybettiklerimi düşünmekten elimde olanlara odaklanamıyorum. Adamın yazdıkları, kadının alaycı cevapları ne gözlerimin önünden ne de zihnimden gitmiyor... Diğer adamın sözleri kulaklarımı patlatıyor. Diğerinin öylece çekip gitmesi, öbür kadının ses vermemesi... Diğer bir kaç kadının hiç görmemesi! içim burkuluyor. 7 gün çalışıyorum haftada. İşlerde yoğun oysa... Neyse...

Yağmur yağıyor işte. Eve garip bir huzurla geldim. Aylardır dokunmadığım bulaşıkları yıkadım önce. Yatak odasının kapısına kadar yetişen kirli çamaşırları toparladım. Yatağın çarşafını değiştirdim. İlaç kutularını çöpe bıraktım. Kalbimi elime aldım...

Sonra ki gün 30. yaş günüm. Sessizce kaybolmak istesem de yeryüzünden, bu, kendime verdiğim bir şans daha olsun... Yağmurdan ödünç aldığım!