
“Bir halkın türkülerini yapanlar
yasalarını yapanlardan daha güçlüdür...”
“Sınamalı insan kendini, bağımsızlığa mı yazgılı, boyun eğmeye mi; bunu da tam zamanında yapmalı. Sınamalarını saptırmamalı yolundan. Oynanabilecek en tehlikeli bir oyun sonunda. Başka yargılayıcının değil de yalnız kendinizin tanık olduğu sınamalar bile olsa. Hiçbir kişiye bağlı olmadan: En sevilene bile.” (F. Nietzche - İyinin ve Kötünün Ötesinde)
Bir komünist için Nietzche’den yapılan her alıntı “tehlikeli bir oyun”dur aslında. Kayıtlar düşülmüş bir paragrafta kesişmek, farklı ütopyaların temsilcileri için başlıca bir güçlüktür. Hele de bu alıntılanmamışsa. (...)
Evet, “Sınamalı insan kendini” ve “bunu da tam zamanında yapmalı”; yoksa sadece toplumsal özgürlükleri ve işçi-emekçi katmanların seçimlerini değil, bireysel gelişimi ve bağımsızlığı da boğmaya programlanmış bir zor ve terör aygıtı olan kapitalist-burjuva sisteme (ya da onun herhengi bir parçasına) olan karşıtlık anlamsızlaşabilir. Zira karşıtlığı doğru yöne, doğru bir şekilde (ve bunu da tam zamanında) koyamamanın karşılığı karşıtına dönüşmektir. Burada “sınama” ise anlık bir soru ve tek boyutlu inançsal bir seçişi aşan bir oluş ve var etme kavgası haline getirilmelidir. “Sınamalı” insan kendini; kavga için cesareti var mı diye, sonra sınamalı insan kendini; cesaret kazanılabilir bir özellik mi kendince ve sınamalı insan kendini; bu kendini de boğan nesneleştirici sisteme karşı bir özne olarak boyun eğmeye ne kadar dayanabileceğini.
Şimdi tam şu an gidin açın pencerenizi ve uzaklara bakın. Yoo, gözlerinizle değil. Zira bir beton yığını hapishanesi olarak şehir, doğayı ve insanı ayrı ayrı yalnızlıklara hapsettiğinden beri görebileceğiniz yalnızca karşı apartmanın duvarı. Siz yüreğinizle görmeyi deneyin bir kez de. Belki de özneleşmiş çıkar ve nesneleşmiş insan temelinde para ile profesyonalize edilmiş bu aşağılık sistem henüz sizin duygularınızı (bağımsızlığınızı) programlayamamıştır. Evet, gören bir yürekle bakın şehre ki bugün yalanlar size ulaşmasın.
Bir kız yerde. Çamur ve kan içinde. Daha önce görmüş olsanız bile hatırlayamazsınız herhalde. Yüzü parçalanmış bir mermiyle ama onda bu haliyle bile fark edebileceğiniz bir tebessüm ifadesi. Boyun eğmemiş bu katiller sürüsüne, bağımsızlığına bağlı hem de ölümüne. Ne polislerin cellatlığı, ne ordunun papaz tavrı esir alamamış onu. Kız bu yanan-kurşunlanan emekçi semtinin ayaklanmasının bir temsilcisi olduğundan, kız sınıfsız-sömürüsüz-özgür bir dünya isteğinden ve en sonu deminki görüşmede korkak rütbeli soytarıların suratına direnişi haykırdığından yerde. Belki şimdi silahları sadece taşları olan koca bir semtin bu katiller sürüsünü göremiyor ama, o değil bu semti, şehri, ülkeyi, bütün dünyanın özgürleşmesini görmüş gibi gülümsüyor. Eminim dünyada hiçbir kız onun kadar güzel ve sevgiye layık değil.
Şimdi sınamalı insan kendini. Tam şu anda bir sevgiliyle yapılan gezinti ya da bir mağazada yapılan pahalı bir alışveriş unutturabilir mi bu görüntüleri diye. Ve sınamalı insan kendini, -hareket etmeye karar verirse- bağımsızlığına çoktan el koymuş olanları, ailesini, bencil hayallerini, sorgulamayışını, işini, okulunu vb. engelleri geçip geçemeyeceğini.Şimdi yüreğiniz yetiyorsa daha uzağa bakalım. Adının bile yasaklanmaya çalışıldığı bir ülkede, bir köyde emekçi Kürt köylüleri toplanmışlar köy meydanında. Sayıları köylülerden fazla askerler, namlular köylülere dönük, eller tetikte bekliyorlar zorunluymuş gibi. Binbaşı boşaltılmasını emrediyor köyün. “Yakarız” diyor, “yıkarız” diyor bir halkın yiğitliğini esir alabileceğini sanarak. Köylüler kıpırdamıyorlar bile yerlerinden. Binbaşı çıldırıyor bağımsızlıklarına bağlı köylülerin tavrına. Hep boyun eğmiş ve hep boyun eğmeyi emretmiş. Köylülerin içinden seçiliyor üçü; muhtar, köy imamı ve gençten biri. Üzerlerine benzin dökülüyor her birinin ve binbaşı elinde ateşli bir çaput sallıyor. Bir halka teslim olmasını söylüyor; “yakarız” diyor, “yıkarız” diyor. Köylüler sessiz ve boyun eğmemeye yeminli. Ateşli çaput binbaşının elinden çıkıyor. Komutan biliyor ki “Birini öldürürsen katil olursun, bir halkı öldürürsen fatih olursun”. Komutan fatih olmaya, köy halkı da onuru yaşatmaya yeminli. Komutan susuyor, yanan çaput köylülerin üzerinde ateş oluyor, ölüyor birkaç onurlu emekçi. Ama bu topraklarda ateş Newroz’dur. Newroz ise ayaklanma.
Ve siz şu an ne yapıyorsunuz?
Yoksa bunları sizin televizyon, gazete vs. kısaca yalan bilgisi medyanız yazmıyor, göstermiyor mu? Siz gene de televizyonunuzu açın, Somali’de halka işkence edip bunun fotoğrafını çekmeyi hatıra sayan Kanada işgal birliklerini hatırlayın; siz Filistin’de meclis kararıyla intifada çocuklarının kollarını taşla kıran İsrail askerlerini hatırlayın. Ölüm ve meta düzeninin taciriyle işgalcisi insansızlaşmış modern bir barbarlığın temsilcisi olduğu için her millette ortaktır. Tek sorun kendi iğrençliğini ancak bir diğerinin televizyonunda görebilirsiniz.
Ve siz şu anda sınamalısınız kendinizi. Bu ölüm ve meta düzenine boyun eğmeye mi yazgılısınız, yoksa bu düzeni delip geçecek bağımsızlığınıza mı? Yoksa gitmeli mi diyorsunuz, ya da sizin gözlem ufkunuza ulaşmadı mı bu savaş? “Başka bir ülke bulamazsın” kapitalist barbarlıktan öte ve “Gerçek hayatta seyircilere yer yoktur, herkes katılır yaşama.” Ama sınamayı da tam zamanında yapmazsan, belki yolun, yüreğin ve beynin bu ölüm ve meta düzenine çıkar. Zira artık devrimcileşmeyen her şey çürüyor ve nesneleşiyor. Süper ya da gross marketlerce, televizyon ya da bilimum diğer yalan bilgisiyle satılabilirleştirilen ve kırıntıları ile ulaşabileceğiniz sevgi, dostluk adalarıyla, bir araba ya da evle doldurulmuş hırsınız ve hayalinizle, bir annenin “sen karışma çocuğum”uyla, korku ve yalnızlıkla, baskı ve terörle, yetmedi mi işkence ve ölümle, ünlü olma ya da bireysel özgürlük şarlatanlığınca...
En sevilenin bile engel olmaması gereken bir sınama şimdi... Korku artık sadece dağlarda, varoşlarda değil bu ölüm ve meta düzeni için.
Ve bu satırların yazarı ilan ediyor ki size, kendi sınaması için yaşadığı her yılın, 12 Mart’ında Gazi’de ölümü bekleyecek defalarca...