Yazma eylemi, hayatlarımızda bir edebi değer olarak mı önceleniyor yoksa giderek popülerleşen hayatlar açısından yazmakta bir kışkırtmaca ile karşı karşıya mı? Ya da söz patlamasını yazıya indirgeyen, yazıyı oluşturan estetik ve etik inceliklerini aşındıran, işlevini yabancılaşma olarak yazıdan ya da yazardan alan yeni bir sürece mi tanıklık ediyoruz?
Neyi, neden bu kadar yazmak istiyoruz?
Tutunmaya, itiraz etmeye, kendini anlatmaya, görülmeye, içine çekilmeye ya da bakmaya, boşalmaya yazı üzerinden ulaşmak istiyoruz belki de. Belki de yaşamla ilgili sorunlarımız olduğu için yazıyoruz. Yanıt aramanın bir aracı olarak iyi geliyor yazı bize. Yaşamımız boyunca bize yöneltilen sorulara istediğimiz şekilde yanıt vermek içinde tercih ediyor olabiliriz.
Ama galiba en önemlisi sadece yazarak kendimize, kendi gerçeklerimize, ruh hallerimize yakın olduğumuzu düşünüyoruz. Bu yüzden her birimizin toz pembe hayallerinin gizli kaldığı, tozlu raflardan her an çıkmaya hazır günlükleri var belki de.
Yazmak biraz da susmanın estetiği ve eylemidir bence. Bu denli gürültü çıkartan, tüm algılarımızın önüne geçen, ses patlamasının neredeyse şiddete dönüştüğü dünyada yazı susmaya çağırıyor bizi. Durmadan paradan, arabadan, cep telefonundan, bilgisayardan, markadan cümleler kurarak konuşan dünyaya karşı susmaya!
Bu yüzden yazmaya yönelmek azınlıkta olmayı göze almak oluyor birazda. Açıklamak zorunda bırakılmaya tepki vermeyi öğretiyor bize yazı.
Bir yazar “suskunlar” adlı eserini “…sessizliğin olduğu kadar, seslerin ve sözlerin yani musikinin romanı…” olarak tanımlıyor. Yazıda böyle belki. Bizi ittiği derin sessizliğin içinde yer alan kahramanların “nefesini üfleyen” ona “can veren” oluveriyoruz yazarak. Hayallerimizi ete kemiğe büründürüyoruz ve onlar en az bizim kadar gerçek oluyor bir anda ya da biz onlar kadar düş…
Aynada yansıyan aksimize bakarak gerçeği görmeyi, gördüğümüzü işitmeyi öğreniyoruz ondan. Ve duyduklarımızla sağırlaşmak yerine yeryüzüne şarkılar yazıp, düşlerimizi maviye boyayıp, bir sesin peşine düşerek kendimizi buluyoruz. Kimbilir belki de suskunluğun çığlığı olmak için yazıyoruz.
Uzun Zaman Önce... Kimse Tarlaları Sabanla Deşmezdi. Toprağı Sınırlara Bölmezdi Hiç Kimse ve Suları Kürekle Yarmazdı. Kıyı Dünyanın Sonuydu. Ah Doğuştan Zeki İnsan,Buluşlarının Kurbanı! Öyle Korkunç ki Yaratıcılığın, Ne İşe Yarar Şehirleri Çevreleyen Şu Yüksek Duvarlar... Ve Niye Savaşmak İçin Silahlar?
Bu Blogda Ara
17 Şubat 2009 Salı
12 Şubat 2009 Perşembe
"im atölyesi" dergisi " mim sayısı" çıktı!
mim sayısından süzülenler:
Giriş Yazısı
Yazma Çabası (Özge Sapmaz)
Seyirciden Oyuncuya Bir Hatıra (Barış Onur Örs)
Görüş (Adil Fide)
Bir Derleme; Darwin Üzerine (Özgün Şendur)
İlerlemenin Kısa Tarihi-Analiz, Öneri (Adil Fide)
Geri Dönüşümü Olmayan Plastik Yaşamlar (Muna Örs) (karşı yazılar)
Çürümemek İçin (Ümran Büyükaşık) (karşı yazılar)
Çiğnenmiş Egolarım (Gökçe Alyanak) (karşı yazılar)
Yaşam Kurusu ve İktidarsız Bir Koca (Talip Ceylan) (karşı yazılar)
Gençliğin Savaş Şiiri (Övünç Pehlivan) (karşı yazılar)
Doğanın Katli (Senem Çelikkol) (bir oyun)
Yok Değil (Ümran Büyükaşık)
Kırmızı Kadın / Dolulukta Sıkışan Kadın (Fatma Şenol)
Ötekisiz (senem) (yazı atölyesinden)
Siyah Adam (barış) (yazı atölyesinden)
Adam (gülseli) (yazı atölyesinden)
Bir Çizim (Emre Özsoy)
Rock'n Roll'un Doğuşu (Özgün Şendur)
Dünya Salıyor Renklerini (Ayber Hastürk)
Giriş Yazısı
Yazma Çabası (Özge Sapmaz)
Seyirciden Oyuncuya Bir Hatıra (Barış Onur Örs)
Görüş (Adil Fide)
Bir Derleme; Darwin Üzerine (Özgün Şendur)
İlerlemenin Kısa Tarihi-Analiz, Öneri (Adil Fide)
Geri Dönüşümü Olmayan Plastik Yaşamlar (Muna Örs) (karşı yazılar)
Çürümemek İçin (Ümran Büyükaşık) (karşı yazılar)
Çiğnenmiş Egolarım (Gökçe Alyanak) (karşı yazılar)
Yaşam Kurusu ve İktidarsız Bir Koca (Talip Ceylan) (karşı yazılar)
Gençliğin Savaş Şiiri (Övünç Pehlivan) (karşı yazılar)
Doğanın Katli (Senem Çelikkol) (bir oyun)
Yok Değil (Ümran Büyükaşık)
Kırmızı Kadın / Dolulukta Sıkışan Kadın (Fatma Şenol)
Ötekisiz (senem) (yazı atölyesinden)
Siyah Adam (barış) (yazı atölyesinden)
Adam (gülseli) (yazı atölyesinden)
Bir Çizim (Emre Özsoy)
Rock'n Roll'un Doğuşu (Özgün Şendur)
Dünya Salıyor Renklerini (Ayber Hastürk)
2 Şubat 2009 Pazartesi
Bize de Davos yiğidi gerek!
“Keşke bunu yapan başka biri olsaydı.” Başbakan Erdoğan’ın Davos ‘hadisesini’ beğenen ama Başbakan Erdoğan’ ı beğenmeyenler dün sık sık böyle diyordu:
“Olay süperdi ama keşke bunu başka biri yapmış olsaydı.”
Takdir etmeye dili varmıyordu kimilerinin. Ya da takdir ettiklerini ‘itiraf’ ediyorlardı.
Ben de ettim. Takdir yani ve itiraf. Nihayetinde, tıpkı Başbakanımız gibi ben de azgelişmiş ülke çocuğu olmanın bütün patolojilerine sahibim. Devletler arası bir hadiseyi en azından bir kaç saatliğine de olsa ‘Nasıl da taşı gediğine koyduk’ tadında yaşama hakkım var. Biz de Zürih’te doğmadık nihayetinde! Olacak o kadar.
Diz çök Livni!
Fakat 24 saatten fazla zaman geçti, coşku geçmedi. Ekranlara bakınca vaziyeti umumi şu merkezde:
Viyana kapılarına dayanan Erdoğan AB’yi dize getiriyor, yetmez. Livni’ye diz çöktürüp el öptürüyor, durmak yok. Filistin’de 1967 sınırlarına dönülüyor, o da yetmez eli değmişken İran’la ABD’nin arasını yapıyor, Obama gelip Çankaya’da BM’de veto hakkını alalım diye yalvarıyor... gibi bir hava.
AKP’nin sözcüleri ve AKP yanlısı medya, Erdoğan’ın karizmasını köpürttükçe ben de iyiden iyiye coşuyorum. Diyorum ki:
İşte bize de tam böyle bir yiğit lazım!
Gel yiğidim gel!
O Davos yiğidi gelecek, diyecek ki “Siz insan öldürmeyi iyi bilirsiniz.” Kime karşı? Diyarbakır’da “Kadın çocuk, gereği neyse yapılacak” kim demişse ona karşı. “Hoop birader! Ağır gel!” diyecek Kasımpaşalı ağzıyla, “Sen ne diyorsun? Bunlar daha çocuk”. Öyle bir kararlılıkla duracak ki olayların karşısında, kafasına gaz bombası mermisi sıkılarak öldürülen 15 yaşındaki bir çocuğun otopsisini izlemek zorunda kalmayacağım ben.
O Davos yiğidi gelecek ve HAMAS nasıl seçilip gelmişse DTP de seçilerek gelmiş, bunu söyleyecek yüksek perdeden. Bayramlarda bayramlaşmayı reddetmeyecek ve DTP’lileri dosta düşmana karşı “Seçilerek gelmişler, meşrudur” diyecek, sarılıp öpecek. Ah ah! HAMAS’ın demokratik meşruluğunu savunan yiğit bizde nerede?..
Plajdaki Uğur Kaymaz
Keşke bizde de böyle Davos’taki gibi bir yiğit olsa. Memlekette Kürt vatandaşların gizlice öldürülüp asit çukurlarına atıldığı söylendiğinde, peşinden gitse. Nasıl Tevrat’tan alıntı yapıyorsa Davos’taki yiğit, o da Kuran-ı Kerim’den alıntı yapsa, öldürmenin günah olduğunu söylese. Hiç değilse bunu söylese. Tıpkı “plajlarda öldürülen çocuklar” gibi Uğur Kaymaz’ın Mardin’de nasıl öldürüldüğünü bir anlatıverse. “Daha da gelmem Meclis’e” deyiverse...
Yok ki bizde şöyle Davos’taki gibi bir yiğit. Geçse şöyle Melih Gökçek’in ya da Maliye Bakanı Unakıtan’ın karşısına:
“Nedir hoca bu söylentiler? Siz paraları iç mi ediyorsunuz yoksa?”
Şöyle elinin tersiyle itiverse bağışlanmak için ona uzatılan elleri.
Taksim’de fosfor bombası
Yok ki bizde öyle bir babayiğit, Gazze’de kullanılan bombaların hesabını nasıl soruyorsa 1 Mayıs’ta hastanenin acil servisine atılan gaz bombasının ve gözyaşartıcı bombalarla ağlayan çocukların hesabını soracak.
O Davos yiğidi bizde olacak ki “Almayın bu gazeteleri” diyen muktedirlere karşı gelecek “E ama baba, hep sen konuşuyorsun, başkalarını konuşturmuyorsun” diyecek. “Nedir bu basın boykotu!” diye hesap soracak.
Ah Davos’taki o yiğide ben kurban olayım! Keşke gelse de yurdumuza sendikalara, gazetecilere, muhaliflere, giderek kendine benzemeyen herkese saldıran bir Başbakan var bizde, onu güzelce dize getirse... Nerdeeeee...
Mühim not: Bugün İstiklal Caddesi D&R’da saat 16.00’da imza gününde buluşmak üzere...
“Olay süperdi ama keşke bunu başka biri yapmış olsaydı.”
Takdir etmeye dili varmıyordu kimilerinin. Ya da takdir ettiklerini ‘itiraf’ ediyorlardı.
Ben de ettim. Takdir yani ve itiraf. Nihayetinde, tıpkı Başbakanımız gibi ben de azgelişmiş ülke çocuğu olmanın bütün patolojilerine sahibim. Devletler arası bir hadiseyi en azından bir kaç saatliğine de olsa ‘Nasıl da taşı gediğine koyduk’ tadında yaşama hakkım var. Biz de Zürih’te doğmadık nihayetinde! Olacak o kadar.
Diz çök Livni!
Fakat 24 saatten fazla zaman geçti, coşku geçmedi. Ekranlara bakınca vaziyeti umumi şu merkezde:
Viyana kapılarına dayanan Erdoğan AB’yi dize getiriyor, yetmez. Livni’ye diz çöktürüp el öptürüyor, durmak yok. Filistin’de 1967 sınırlarına dönülüyor, o da yetmez eli değmişken İran’la ABD’nin arasını yapıyor, Obama gelip Çankaya’da BM’de veto hakkını alalım diye yalvarıyor... gibi bir hava.
AKP’nin sözcüleri ve AKP yanlısı medya, Erdoğan’ın karizmasını köpürttükçe ben de iyiden iyiye coşuyorum. Diyorum ki:
İşte bize de tam böyle bir yiğit lazım!
Gel yiğidim gel!
O Davos yiğidi gelecek, diyecek ki “Siz insan öldürmeyi iyi bilirsiniz.” Kime karşı? Diyarbakır’da “Kadın çocuk, gereği neyse yapılacak” kim demişse ona karşı. “Hoop birader! Ağır gel!” diyecek Kasımpaşalı ağzıyla, “Sen ne diyorsun? Bunlar daha çocuk”. Öyle bir kararlılıkla duracak ki olayların karşısında, kafasına gaz bombası mermisi sıkılarak öldürülen 15 yaşındaki bir çocuğun otopsisini izlemek zorunda kalmayacağım ben.
O Davos yiğidi gelecek ve HAMAS nasıl seçilip gelmişse DTP de seçilerek gelmiş, bunu söyleyecek yüksek perdeden. Bayramlarda bayramlaşmayı reddetmeyecek ve DTP’lileri dosta düşmana karşı “Seçilerek gelmişler, meşrudur” diyecek, sarılıp öpecek. Ah ah! HAMAS’ın demokratik meşruluğunu savunan yiğit bizde nerede?..
Plajdaki Uğur Kaymaz
Keşke bizde de böyle Davos’taki gibi bir yiğit olsa. Memlekette Kürt vatandaşların gizlice öldürülüp asit çukurlarına atıldığı söylendiğinde, peşinden gitse. Nasıl Tevrat’tan alıntı yapıyorsa Davos’taki yiğit, o da Kuran-ı Kerim’den alıntı yapsa, öldürmenin günah olduğunu söylese. Hiç değilse bunu söylese. Tıpkı “plajlarda öldürülen çocuklar” gibi Uğur Kaymaz’ın Mardin’de nasıl öldürüldüğünü bir anlatıverse. “Daha da gelmem Meclis’e” deyiverse...
Yok ki bizde şöyle Davos’taki gibi bir yiğit. Geçse şöyle Melih Gökçek’in ya da Maliye Bakanı Unakıtan’ın karşısına:
“Nedir hoca bu söylentiler? Siz paraları iç mi ediyorsunuz yoksa?”
Şöyle elinin tersiyle itiverse bağışlanmak için ona uzatılan elleri.
Taksim’de fosfor bombası
Yok ki bizde öyle bir babayiğit, Gazze’de kullanılan bombaların hesabını nasıl soruyorsa 1 Mayıs’ta hastanenin acil servisine atılan gaz bombasının ve gözyaşartıcı bombalarla ağlayan çocukların hesabını soracak.
O Davos yiğidi bizde olacak ki “Almayın bu gazeteleri” diyen muktedirlere karşı gelecek “E ama baba, hep sen konuşuyorsun, başkalarını konuşturmuyorsun” diyecek. “Nedir bu basın boykotu!” diye hesap soracak.
Ah Davos’taki o yiğide ben kurban olayım! Keşke gelse de yurdumuza sendikalara, gazetecilere, muhaliflere, giderek kendine benzemeyen herkese saldıran bir Başbakan var bizde, onu güzelce dize getirse... Nerdeeeee...
Mühim not: Bugün İstiklal Caddesi D&R’da saat 16.00’da imza gününde buluşmak üzere...
Kaydol:
Yorumlar (Atom)