Eylül'ün 3'ü. Avluda ikinci gün. Yalnız başıma ilk. Her yanına geçmiş serpilmiş bu avluya rüzgar hafiften esiyor. Yan tarafta ki avlulardan sohbet sesleri geliyor. Komşular eşleriyle keyifteler. Sente yukarıdan bana bakıyor. Ona yabancıyım oda bana öyle. Arada göz teması kuruyoruz, olduğu yere oturuyor. sonradan ne hissediyor bilmiyorum havlamaya başlıyor. Bu anlarda korkum tavan yapıyor.
Elim telefona gidiyor. Arayacak, çağıracak insanlar varlar. Sonra vazgeçiyorum. "Kimseye yük olmaya gelmedin" diyorum kendime. Meraklanan olursa akibetime, zaten ulaşacaktır! Ulaşan kimse yoksa zaten hiç olmamıştır. Unut onlarını ve kendinle kal. Alış kendine. Kendinle yaşamaya.
Terk edip geldiğim şehri özler gibi oluyorum. Sokakları yabancı değildi en azından. Cesaretim mi yok yeni bir yaşama başlamaya? Sanırım bu en gerçek olan ihtimal. O şehirden biraz daha ağır ve sancılı günler beni bekliyor. Kulağım kapıda, gözlerim her an avlunun girişine bakan pencerede. Ha unutmadan tabi ki elimde bir de biber gazı. Fonda Cohen var. arada bu parmak ucu bekleyişimden uzaklaştırıp yazıya da yoğunlaşmamı sağlıyor.
Şehrin havasında savaş kokusu var birde. Düşündükçe boğulacak gibi oluyorum. Tedirgin olan tek kişinin ben olmadığımı hatırlıyorum. Daha korkak gözlerle bakan insanlar var. Nusayriler mesela.
Çukurovaya ait olan bir kalbimim olduğu fark ettim burada. Yalnız başıma bir şehre yerleşmenin nkolay olmayacağını da. Sonra yeniden şunu hatırlatıyorum kendime.
"Yola çık dostum. Çık yola. Terk ettiğin dostlar yerine pekala yenilerini bulabilirsin. Yurdundan çık. Yurdundan, toprağından köklerini sök. Başka ülkelere yerleş. Yenilik iyidir. Durgunluk kötü. Durgun su kokar. Akıntıyı yarat. Çürümekten kurtursun."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder