Çocuk
gökyüzüne bakıyordu hayretle. İşaret parmağını yukarıya doğru uzatmıştı. Bir
eliyle de annesini tutuyordu. “Aaa ne kadar büyük bir kuş” dedi çocuk. Daha
önce hiç bu kadar büyük bir kuş görmemişti. Annesi kafasını kaldırdı. Bir, iki,
üç… Onlarca kuş vardı. “Leylek” dedi kadın. “Leylekler soğuk ülkelerden sıcak
ülkelere göç ediyorlar…” Çocuk yürümeyi bıraktı. Uzun uzun izledi leylekleri.
Annesine sorular soruyordu. Bildiği kadar cevap veriyordu kadın.
Sonra
gökyüzünün derinliklerinden bir ses geldi. Keskin bir rüzgâr sesi gibi. “Aaa
bak anne baba leylek!” dedi çocuk. Çocuğun elini sıkıca tuttu kadın. Refleksif
bir hareketle kafasını eğdi. Soluk alışlarını boğazında hissediyordu. “Evet” dedi
kadın. “Evet, baba leylek!”
Çocuğa
gördüğünün, adına F-16 dedikleri bir savaş uçağı olduğunu söylemek istedi önce.
Sonra soracağı sorulara ne cevap vereceğini düşündü. Vazgeçti. Savaş, çocuklara
anlatılmazdı ki! Anlatamayacağı şeyleri hiç bilmesin daha iyiydi. Sonra belki
de bir daha hiç gökyüzüne bakmaması gerekecek diye düşündü kadın.
Bir gün, iki
gün, üç gün boyunca geçti F-16’lar. Ve her seferinde baktı çocuk, “baba
leylekler” diyerek gökyüzüne…
“Baba” leylekti
F-16. Çocuğun bu imgesi tesadüf müydü? Değildi elbet. Çünkü savaşlar zaten
karakteri itibariyle erkekti. Savaş ve militarizm erkeklik üzerinden
biçimlenirdi. Kadının kafasındaki soru
işaretleri büyüdü, büyüdü, büyüdü…
Hatırladığı
yaklaşık beş yıl önceydi. Tam olarak da kestiremiyordu. Yalnızca yanı başındaki
bir ülkeden gelen insanlar vardı. Leylekler gibi “soğuk” ülkelerden “sıcak”
ülkelere göç etmek zorunda kalan. Sonra günler, aylar, yıllar süren bir karmaşa
yaşandı şehirde. Alışık olmadığı tipte insanlarla karşılaşmaya başladı
sokaklarda… Her gece duyduğu ambulans sireni sesleri ve patlayan bombalar vardı
birde. Ölen insanlar. Sayısı gün geçtikçe artan çocuk işçiler, kadınlar!
Savaş diye
düşündü kadın. Yanı başında süren bir savaş vardı ama savaşın burada, yaşadığı
kentte patlayacağına hiç inanmamıştı. Şam’ı düşündü sonra, savaşın geldiği
bütün ülkelerde olduğu gibi orada da aynen böyle olmuştu… Savaştan kaçıp,
yanlarına gelen bir akrabası anlatmıştı ona. Savaşın geleceğine hiç inanmak
istememişlerdi! Ama bir gün aniden başlayıverdi diyordu. Savaşlar böyle
başlıyor demişti akrabası kadına. “Bir gün hayatın normal seyrinde devam
ediyorken, çocuğunu okula bırakıyorken birden telefonlar kesilir, televizyonlar
çekmez, sokakta silahlı insanlar vardır, barikatlar vardır. Hayatınız geçici
ölüm durumuna geçer. Ve durur.”
Şimdi tek tek
hatırlamaya başlıyordu. Bir savaşın içinde olduğunu hissetti. Askerler,
silahlar, ordular, uçaklar gözlerinin önünde değildi elbet. Ama ağırlığı vardı
yüreğinde. Gördükleri, duydukları, yaşadıkları vicdani bir sorumluluğun bir
adım ötesine atıyordu onu. Öylece durup, sokaklarının işgal edileceği günü
bekleyemezdi. Şimdilik yapabileceği tek şeyin yazmak olacağını düşündü. Ve
oturup yazmaya başladı kadın. Yazdıklarını paylaşmaya…
Şimdi, bir
savaşın tam da ortasında oldukları farkındalığını anlatmaya çalışıyor
insanlara. Bir de bazen, süren bu savaşı durdurabilmek için sokağa çıkıyor…
Ama hala o
“baba leyleği” bir çocuğa nasıl anlatır bilemiyor!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder