Bu Blogda Ara

30 Eylül 2007 Pazar

gerçek




GERÇEK

Uzun zaman olmuş. Ellerim bu teknoloji harikasın-ın- üzerinde gezmeyeli.
-bilinçli yapılan bir tercih-
Keskin bir u dönüşüydü yaptığım yapmakta olduğum.
Şimdi, tatmin etmiyor duruşlar, bakışlar, sohbetler, paylaşımlar…
Yeni bi dönem başlıyo bi arkadaşım yükseliş devrinde olduğumu söylüyor.
“yükseliş”

“sınıf” a giriyorum.
Oruç ARUOBA okuyorum.
Dramatik yazarlığa hazırlanıyorum.
Gitara başladım.
Dolu…
Do.
Lu.

Yazılanlar, çizilenler, -eskide olanlar-
Tatmin ediyor birileri entelektüel tartışmalarla kendini…
Bin yeni yüz. Kampus cıvıl cıvıl
Beyni çamaşır suyu ile yıkanmış, sancılı bi dönemin ergenleri…
Aklımdan geçen sorular, geçirmeye cesaret edemediğim cevaplar.
Bu kez oldu, sabahları gülerek uyanabiliyorum.
Sor.
Gu.
Lar.

Neden bu kadar sorgulayarak yaşıyoruz ilişkilerimizi?
Sorgulamak mutsuz mu eder insanı?
Karışık akıllar yüzlerden okunan bu.. bi zafer değil yaşananlar, ÜRETME isteği yalan, zorlama…
Samimi değil işte gördüklerim gösterilenler… Herkes haykırıyor içinden ama kusmaya cesareti yok kimsenin. Kimse istemiyor aykırı olanı yaşayarak rahatsız olmak, rahatsız etmek!
Alışkanlıklara devam edenler… Gece bunalımlarına devam edenler…
Çıktım artık ben oradan,
Gerçekler var şimdi yalnızca…
Kavga ederken kendimle, bana kızanlar, hep isyanlarda olduğumu söyleyenler.
Şimdi samimi değil duruşlarınız gerçek değil yazılarınız…

Kantinde oturuyor
Um,
Yeni insanlar tanıyor
Um
Bakıyor
Um
Okuyor
Um
Ve geliyor..konuşuyor…sızlıyor…
Um
Biliyor
Um
Ve bu sadece GERÇEK…
EKİNYAS

18 Eylül 2007 Salı

ben


" ben" yapıyorum birtane,
üstünde çalışıyorum diyelim veya...

insanlar elimin tersine tersine geliyorda
ben niye hepsinin avucuna düşüyorum...

kanat taktım.
ne mi yapıyorum,
uçmaya hazırlanıyorum..

"ben"yapıyorum da niye olmuyor!
birşeyler eksik galiba,
...
versene lan geri!
kime diyorum?

17 Eylül 2007 Pazartesi

UZAKLAR



UZAKLAR
Çok uzaklara gittim son zamanlarda.
İyice gelişmiş teknoloji altımda uçan hali sanki dünyanın her yanını, birçok insanın zihnini, birçok aşığın yarasını dolaştım.
Her girdiğim dünyada ayrı bir haz alıyorum. Her yerde senden bir parça arıyorum ve hiçbir yerden boş çıkmıyorum! Üstelik utanılası bir yara gibi gizlediğim aşkımı böyle belirsizliğe gizlenerek dile getirmek tatmin ediyor beni.
bazen birkaç soru oluyorsun,tuşlarda kendimi hissediyordum..
Soru ve cevap…
Nekadar rahat, Nekadar suni… Yinede orada bulmak istiyorum seni!

Sabah oluyor, güneş, kendimize çevrilmiş bir fenere dönüşüyor… Sonra, saçlarında alevler saçan o beyaz atlı prens, pelerinini savurarak karşı tuşların ardında kayboluyor… Ben ise, her an yüzünü güneşe dönük yaşayan ve güneş kaybolunca boynunu büken ay çiçekleri gibi içime kapanıyorum yeniden…
Politikadan, işten, okuldan, gündelik koşturmacalardan söz ediyorum gün boyu unutmak için çıplağımı kendimin.

Örttükçe tenimizi, yüreğimizi, omuzlarımız ağırlaşıyor! Maskelerimizi takıp sahne ciddiyetine gömülüyoruz hayatın…

Yeni bir tuş sesi içimde parıldayan ışığı bana yeniden hatırlatana kadar akşam oluyor… Bu kez uzun oluyor… Daha uzun daha keyifli…

Akşamları tuş arkasında olduğunu bilerek ya da öyle umarak baharın izini sürüyorum. Ertelenmiş coşkularımı bavuluma dolduruyorum. Virane ilişkileri geride bırakarak şişiriyorum yelkenlerimi. Martıların peşine düşüp, asfalt bilmez topraklarda koşuyorum.

Sevdiğim gökten yıldız yağıyordur şimdi oralarda; dallar hazdan kırılıyordur.
Tuşlarla oynamak Nekadar güzel olsa da
Şimdi bekliyor çok uzaklar…
Ben gidiyorum …
EKİNYAS

15 Eylül 2007 Cumartesi

anaaa! yasa değiştiriliyor!


AKP'nin 22 Temmuz seçim beyannamesinde ve 60. hükümet programında, sivil anayasa yapılması ağırlıklı yer tutuyor. Sivil anayasa yapma fikri toplumun geniş kesimlerde olumlu yankı buldu. Tartışma anayasa taslağının kamuoyuna duyurulmasıyla daha şiddetlenecek ve yaygınlaşacak. Şimdi Kenan Evren anayasasını tozlu raflara gönderme fırsatı doğuyor.
Sol, 25 yıldır her fırsatta ısrarla 12 Eylül anayasası varlığını sürdürdüğü müddetçe demokratikleşme doğrultusunda atılacak her adımın "alaturka çözüm" anlamına geleceğini savundu. Yeni anayasa yapma süreci sola, nasıl bir toplum ve ülke tahayyül ettiğini çok geniş kesimlerine aktarma fırsatı sunacak. Bunun doğru biçimde yapılması ve 12 Eylül anayasasının mağdurlarının bu süreçte etkin ve yaptırımcı güç olmaları, AKP'nin ufkuyla sınırlı bir anayasa yapılmasının önüne geçilmesine yol açacağı için de, daha eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik bir anayasanın ortaya çıkması mümkün olabilir.
Anayasa platformu
Sivil anayasa çalışmasını başlatmak için hükümetin atacağı adımları beklemeye gerek yok. Ok yaydan çıktı. Toplumsal muhalefet hareketi tartışmaları, inisiyatifi kendi zeminine çekmeye çalışmalı. Bunun için 12 Eylül anayasası mağdurları, sendikalar, meslek örgütleri, sol siyasi partiler, bilim insanları, aydınlar, sanatçılar, sivil toplum örgütleri, Temmuz seçimlerinde ortaya çıkan dinamikler derhal demokratik ve sivil anayasa platformu oluşturmalı. Platform, bugüne kadar ayrı ayrı yapılan çalışmaları değerlendirmeli, parçalı çalışmaya son verilmeli, parlamentoya ve dar alana sıkıştırılmış bir anayasa tartışmasını, Radikal gazetesi yazarı Tarhan Erdem'in ifade ettiği gibi ülkenin dört bir yanında, mahallelere, kahvelere, üniversitelere taşımalı. Anayasa tartışmasını bir kampanyaya dönüştürerek, aşağıdakilerin, dışlananların, yok sayılanların iradesi açığa çıkarılmalı. Bu platformun yürüteceği kampanya, eylemlilik zemininde solun yeniden yapılanacağı veya başka bir solun mümkün olduğunu gösterecek süreç olarak yaşanabilir.
Önemli hususları
Parlamentonun anayasa yapma iradesi tek başına anayasayı sivil kılabilir ama demokratik kılmaz. Anayasayı demokratik kılacak olan içeriği ve ne derece toplumsal katılıma açık ve saydam bir süreçte yapıldığıdır. Bu açıdan yeni meclisin temsil gücünün yüksek olduğu yolundaki değerlendirmeler ve AKP'nin yüzde 50'lere yakın oy almış olması, tek başına yeterli değil. Yüzde 10 gibi yüksek seçim barajı ve milletvekillerini genel başkanların belirlediği sistemle oluşturulan parlamentonun belirleyiciliği altında yapılan anayasa, toplumun önemli bir kesiminin iradesini yansıtmayacaktır. Emek ve meslek odalarının, parlamento dışı muhalefetin, demokratik kitle örgütlerinin, yurttaş girişimlerinin ve bilim insanlarının katkısını alamamış bir anayasa hazırlık sürecinin eksik ve hatalı olacağı kesindir.
Bu nedenle platform, AKP'nin parlamentoyla ve belli akademik çevreyle sınırlı bir anayasa hazırlık sürecine itiraz etmelidir. Demokratik katılımcılığının önünün açılması ve bütün toplumsal kesimlerin tartışmasına fırsat verilmesi için mücadele etmelidir.
Rejimin demokratikleşmesi için ilk olarak anayasasının ırkçılıktan, militarizmden ve cinsiyet ayrımcılığından arındırılması gerekir. AKP'nin en zayıf noktaları ise tam da bu noktalar. AKP kadrolarının ezici çoğunluğun geldikleri siyasal geleneğin ideolojik mayasında hem ırkçılık hem de cinsiyet ayrımcılığı var. Yine siyasetin üzerindeki asker vesayetin kalması için MGK'nın lağvedilerek, ordunun devlet kurumları içerisindeki olağan yerine oturması gerekli. Güçlü bir toplumsal baskı oluşturulamazsa anayasada bu konularda fazla bir yol alınamaz.
Bunun için platform, CHP lideri Deniz Baykal'ın son yıllarda izlediği statükocu ideolojik çizgisiyle ayrışmalı ve onun etkisinden çıkan bir yol haritasına sahip olmalıdır. Baykal, eğer herkesi şaşırtan bir şey yapmazsa AKP'nin yeni anayasa yapma isteğini "ılımlı İslam" projesiyle ilişkilendirerek yeni anayasa yapımına karşı ayak diretecektir. Bu tutumun gölgesinde kalan hiçbir siyasal ve toplumsal odağın toplumu etkileme, dönüştürme şansı yoktur.
Sorun CHP'nin ayak diremesiyle sınırlı değil. Başta TSK, YÖK gibi birçok kurumu ve zinde güçler kendi statükolarının bozulmasına izin vermemeye çalışacak. Bu tutumun ortaya çıkaracağı gerilim sivil ve demokratik bir anayasa yapılmasında önemli tıkaç olacak.
Mevcut rejimin tehlike olarak gördüğü toplumsal dinamikleri yaratan sorunlarının çözümünü kapsamayan bir anayasanın demokratik olabilmesinin imkânı yok. Kronikleşmiş sorunların tedavisini sağlayamaz. Antilaik-laik kutuplaşmasının, çok kültürlü, çok kimlikli ve çok inançlı toplum gerçeğinin inkârının ve sosyal eşitsizliğin ve adaletsizliğin yarattığı sorunları çözme perspektifine sahip sivil ve demokratik bir anayasaya ihtiyaç var. Yeni anayasa, devletin ve piyasanın gücünü sınırlandırabildiği, egemenlik hakkının yasama, yürütme ve yargı eli ile kullanımını sağlayabildiği, insanı ve insan emeğini merkezine alabildiği, çok kültürlü, çok inançlı ve kimlikli bir ülke gerçeğini kapsadığı ölçüde, yurttaşlarına eşit, özgür ve demokratik bir ülkede birarada yaşamalarının zeminini oluşturabilir.
HAKAN TAHMAZ

tarım işçileri ve yaşam


BALIK İSTİFİ HAYAT YOLCULUĞU

Akşam olupta, günün yorgunluğunu üzerimizden atmak için kanepeye ayak uzatarak açtığımız televizyonda, hemen her gün bir trafik kazasıyla karşılaşıyoruz. Yollara serpilmiş cesetleri izlerken; dikkatsiz şoförlere kahrediyoruz.
Güneydoğudan çıkıp Türkiye’nin dört bir yanına çalışmaya giden tarım işçilerinin de ölümlerine rastladık son zamanlarda.
Çadırlarda, kamyon kasalarında süren yaşam mücadelesinde, son bir ay içinde 50’nin üzerinde işçi ölürken,200’ün üzerinde yaralı var. Trafik kazalarıyla gelen ölümlerin ardından “böyle insan taşınır mı dedik” ancak tarım işçileri nerede nasıl yaşarlar, gittikleri yerlerde kaç saat ne kadar ücretle çalışırlar, barınma koşulları nasıldır, sigortaları yapılır mı ve en önemlisi insan olarak görülürler mi gibi sorular çekmedi ilgimizi. Devlet ise “trafik önlemleri” alarak durumu idare ederken, güvencesizliğe ve sigortasızlığa karşı suskun kaldı.
Türkiye’de 200 bin civarında olan tarım işçilerinin sayısı, bahar ve yaz aylarıyla beraber 1 milyona ulaşıyor. Bu işçilerin çoğunluğunu toprağı kendisine yetmeyen topraksız köylüler ile kırdan göç etmiş kent yoksulları oluşturuyor. Çukurova’da baharda çapayla yapılan yolculukları, Karadeniz’de çay-fındık, Ege’de tütün-zeytin, İç Anadolu’da pancar-tahıl, en son yine Çukurova’da pamuk toplayarak sürüyor.
İşçiler, çalışacakları bölgelerde “elçi”,”dayı başı”, “çavuşlar” aracılığıyla iş buluyor. Buralara kamyon kasalarında veya en iyi ihtimalle minibüs-otobüslerde balık istifi taşınıyor. Çalışmaya gittikleri yerlerde derme çatma çadırlarda, oldukça sağlıksız koşullarda barınıyorlar. Tarıma bağlı ilaç zehirlenmesi ve iş makinelerine bağlı ölümlerde azımsanmayacak düzeyde.(en son Eskişehir’de tarım işçisi bir aile çadırında tüp zehirlenmesi sonucu ölü bulunmuştu.)
İşçilere verilen yevmiye, Güneydoğu ve çevresinde 5–10 YTL iken bu bölgenin dışındaki yerlerde kadınlarda 15 YTL, erkekler de 20 YTL civarında. Ayrıca aracılar ücretlerden 2 YTL komisyon alıyor.
İşverenin sigorta yapmak zorunda olmadığı bu sektörde, tarım işçileri isteğe bağlı sigorta yaptırabiliyor ancak bu ücretlerle sigorta yaptırılması imkânsız olduğu için emekçiler daha da güvencesiz kılınıyor.
Tarım işçilerinin ağırlığını kadın ve çocuklar oluşturuyor. Kadın emekçilerin yaş ortalaması 28. aileler yılın farklı zamanlarında farklı yerlerde olmalarından dolayı çocuklarını okula gönderemiyorlar. Devletin ”haydi kızlar okula!” kampanyası yürütülürken, bölgedeki tarım emekçilerinin yaşam koşullarını değiştirecek hiçbir adım atmaması tüm yapılanların aslında makyaj olduğunu gösteriyor.
Geçtiğimiz aylarda Karadeniz’e fındık toplamaya giden işçilerin geçirdikleri kaza sonucu ölümlerinin ardından cenazeleri Adıyaman’daki köylerine getirilmişti. Cenaze töreni sırasında gözyaşları beyazlamış sakalından aşağı süzülen ihtiyar, köy evinin duvarına çökmüş kendisine uzatılan mikrofona, “burada ekmeğimiz olsaydı, ne işimiz olurdu Karadeniz yollarında!” diye sitem ediyordu.
Devletin tüm vatandaşlarına insanca yaşayacakları bir ücretle ve iş güvencesiyle, yaşadıkları yerlerde istihdam yaratmaması, son günlerde yaşanan işçi ölümlerin ana sebebidir. Bu sebebe dokunmadan alınan tüm sahte önlemler sadece bir şov değil, bilerek ve isteyerek işlenmiş bir insanlık suçu olacaktır.

ÖZGE

ölüm ve...



ÖLÜM VE…


Bu kez güneş bulunduğum ülkeyi aydınlatmaya geliyor… Gözyaşlarımla selamlıyorum onu!

Ruh halinin bunalımlığının ötesinde özlemi yaşıyorum.

Bu sabah gün ağarırken; evimin balkonuna vuran aydınlık, özlemlere inat yazarak dindiriyor içimdeki hiçliği.

Hüzünler vardı, koşullar da… Karşı duruşlara alışmış iki yürek vardı, çırpınışlardan kendini çıkarmayı sorumlu bilen araçtı birbirleri için ya da yanılmışlık…

Tükendiğini hissettiğinde bir birine çarpan, birbirini zorlayan ama birlikte olmayı zorundalık sayan…

Değer neydi?

Kişilere verilen değerler bu kadar çabukta tükenmezdi… Zihni açan ve zihinlerimizi yoran ilişkiler yaşamak zor muydu?

Kaç gece geçecek daha uykusuz ve aç. Sorgulayarak hayatı ve içinde kendimi ve gözyaşlarımla…

Bilinmez..

Kirliyim… Beynim fahişeden farksız… Gözlerim ağrıyor, kan akıtıyor!

Aklımdasın…(bu kente geldiğimden beri öyle ya zaten neden şaşırıyorum ve vurguluyorum?)

Galiba istediğin gibi yaptım…

Bir kişiliğin ölümü bu…

Ölüm ve gece…
Ölüm ve kadın…
Ölüm ve gülüşüm…
Ölüm ve sen olmak isteyişim…


ÖZGE

anlar ve an-lar...



AN DA ASILI KALMAK

Koca bir göğün altında, bunca karmaşık yaşamlardan çıkıp, seni bulmak için, gitmiştim.
Neydin, kimdin, nasıl bir vücudun vardı.
Gözlerin… Ellerin… Dudakların… Öpülesi miydi?

“Anlar…”
“An”da kaybetmiştim kendimi… Peki, tekrar seni göreceğim o “an”ı neden arıyordum, bir otoyolun kenarında…

O garip gece!
Karakol amir ininin suratıma tükürdüğü, kadın olmaktan nefret ettirdiği, elimdeki çakının ucunu parmağıma dayadığı ve ölümlerden ölüm beğendirirken bana, tokat attığım doktorun şikâyetini geri almasıyla çıktığım hastaneden…
Bir otoyolun kenarına…


Hala ruhumda taşıdığım nefesinle yattım çimlere. Sabaha karşı beş… Şapkasıyla, elinde oltasıyla, kambur selam verir “günaydın gençler, keyifler iyi ola”
Anlar…
O adam anlar hali. Anlar vücudun bu saatte biraz cigaraya, biraz alkole, biraz sevişmeye ihtiyacı olduğunu!
Anlar anları…
Ve anladığı anlardan bir tebessüm eder…
Gerçek olandır an, aşılmazdır. Biraz yorar, biraz kırar, biraz eğlenirsin, biraz da çekersin ömrün boyu ondan… Anlamaksa biraz yalandır ve aslında bir teselli biçimidir.


Yıldızlar yavaştan kendini çekti işte… Eh gözler de kaydı… Artık bir şehri terk etmek için koşullar uygun. Kalkmalısın, eski sokaklardan git eve… Toplayacak anıların var orada…
Güneş doğuyor bak!
Gözyaşlarını bırakma onda… Yanı başındaki banka da uğra gülüşünü unutma…


Eve geldim işte… Oldukça diriyim… Topladım bu kentteki her şeyimi!
GİTMELİYİM!

Odama girdim, üç tombul şişe onları da almalı mıydım? BIRAKTIM!
Mutfağa sonra… Olamaz, anlardan kurtulamamışım daha…
Buzdolabının üzerinde küçük bir not: “ah eğleniyor kendi başına, umurunda mı sandın bu dünya neşesi yeter” bunu almalı. Almalı da ne yapmalı…

Yapamadım…
Aklımdan geçenlerin hiçbirisini yapamadım!
Yırtamadım, yakamadım, atamadım, sahibine yollayamadım…

Bak buraya onunla geldim.
Koca bir göğün altında, bunca karmaşık yaşamlardan çıkıp seni bulmak için geldim…
Ansın, anlarsın…
ANLARSIN…
Bir otoyolun kenarında…
Asılı boynumda öfkem, kavgam, hıncım…
Asılı boynumda sevdam, sevincim, bebeğim, geleceğim…
Asılı boynum anda, öleceğim!

duvarlar




“bir daha asla dokunmam tenine senin teninden önce duvarların var!”
duvar…
duvarlar…
beton duvarlar…
ağlama duvarı…
insan duvarı…
kör duvar…
duvar dibinde voltalar…
vız gelen duvarlar…
duvar dibinde dizilenler…
“duvarları maviye boyadım” yada duvarlar zaten umut doluydu…

Boş duvarlar görmeye dayanamıyorum şimdi!
Duvarlara yazılar yazılmalı,resimler yapılmalı,Orozco’nun,Rivera’nın, Siqueros’un duvar resimleri gibi…
Duvara ilk aşık olduğum o gün…
Şaşkınlığım hayranlığa dönüşmüştü!
Duvarlar canlı gibiydi…
Duvarlar,bağırıyor,soluk alıyor,coşuyor,gülüyor,ağlıyordu…

Babamın ellerini ilk kez duvar ardında gördüğüm gün…
Mersin garı duvarları…

Şimdi duvarların suskunluğuna gönlüm razı olmuyor.Boş duvarlar amansız hüzünler çöktürüyor gönlüme.
Duvarlar öfkenin çığlığı diyorum,sevinci,özlemin,umudun çığlığı!

Bir çığlıktı gar duvarları…
Bir haykırıştı Tufanbeyli E tipi Kapalı Cezaevi duvarları…

Yaşananlardan hoşnutsuzluk çığlık olmuştu duvarlarda.dahası kanatmıştı yüreğimi bu çığlık.


Ölümle doluydu.
Kavgayla…
Hınçla dolu!

Neden ölümü istiyordu insanlar.
Neden öfkeliydiler.
Neden kavga etmek istiyorlardı.
Neden…
Kendi kendime duvarları seyrederek neden? Diye sorarken özledim seni,istedim,anladım,ama yoktun…

Burkulmuştum!
Burkula burkula yaşıyoruz zaten. Yüreğimiz kanaya kanaya…
Susmuştum!
Hep susuyoruz zaten. Susa susa yaşıyoruz… susturula susturula…
Ama hep konuşa konuşa…
Devamı var, bağıra bağıra…

ÖZGE