Bu Blogda Ara

2 Şubat 2008 Cumartesi

İm Atölyesi’inden

Atölyeler Üzerine
Atölyeler kuruyoruz… Dışarıdaki hiçbir sese, görüntüye, harekete, devinime tepkisiz kalmıyoruz. Dokunulan yerde başlıyor akıl süzgecindeki yolculuğumuz. Hiç durmadan titreşen evrende, yerimizde durdukça bir şeyler eksik, hareket ettikçe bir şeyler yavaş, söyledikçe kelimeler fazla geliyor. Belki de artık dokunmak gerekiyor, bir şeyler unuttuğumuz bir dokunuşla. Kollarımızı açmak ya da, unutulmuş olasılıkları üfleyen bir rüzgâra kavuşmak adına. Ve bir dokunsak öyle değerli hissedeceğiz ki kendimizi, içimizde birikenleri dışarı sunarken bir çocuğu süsler gibi özeneceğiz biz’den çıkana. Değil mi ki şiddet bir ten eksikliği… Atölyeler kuruyoruz. Sanattır belki adı bunun. Sanatçıyız belki hepimiz, bilmiyoruz. Ya da bir sokağızdır, içinde serserileri bulunan. Bir serseriyizdir belki de sokağı bulunmayan. Neden olmasın? Ki devir bir sokak eksikliği. Atölyeler kuruyoruz. herşein atölyesini, yaşamın atölyesini; yapay zeminlerin üstünde doğallığın, o bitmek bilmez tarihin içinde yiten doğallığımızın atölyelerini. minicikk bir şey istediğimiz; yaşamak, soluk almak kadar. Ve bunları yaparken hiç olmadığı kadar iddiasızız. Hangimiz bıkmadık iddialardan? Atölyeler… Yazıyla, sözle, fotoğrafla, sinemayla; sanatla… Yazı atölyesinde, fotoğraf-sinema atölyesinde, okuma atölyesinde, im atölyesinde… Söylendiği an eskiyen ve sürekli yenisini gerektiren imgeler şehrinde… Önce okuduk… Filmlerden başladık, kitaplara oyunlara vardık. Donnie Darko’yu, Olimpo Garajı’nı, taksi şoförü’nü, Dogville’i, Manderlay’ı, Dönüş’ü izledik. Erich Fromm’dan “Sevginin ve Şiddetin Kaynağı” ile başladık okumaya, oyunlardan “Ölüm ve Kız”a vardık. ve şimdi yolumuzda Friedrich Dürrenmatt’tan “Uyarca”, Thomas Mann’dan “Toni Kroger”; filmlerden Zeki Demirkubuz’lar, David Lynch’ler var. Sonra yazdık… Kelimelerle oyunlar oynadık, imgelerimizden nehirler aktı. Öykü olduk, bulutlardan dökülen yağmurlar… Sesleri dinledik besteler yaptık, küçük. Çaldık dinleyenlere. Deneyelim istedik her şeyi… Görüntüye baktık, görüntüyü hapsedenleri düşündük. Ve işte fotoğraf… Ve işte sinema… Ve işte insanoğlu… göz’ünve belki de öz’ün atası ışık ve karanlık… Adımız söylendikçe eskiyen, kaybolandı. Dışımız, içimiz kabardı.

Hiç yorum yok: