Bu Blogda Ara

17 Eylül 2011 Cumartesi

48.ZAMAN


 Tam iki gün oldu. Saatimin beni kaç dakika aldattığını bilmesem de, yaklaşık on iki saat yürüyüp 32 saat konakladım. Bu komik bir rakam. Belki daha fazlasını yapabilirdim. İnsan türüne biraz daha güvenebilseydim.

Dün gece korkudan altıma edebilirdim. Çadırımın hemen yanına oturmuş, zıvanadan çıkıncaya kadar içmeye niyetli, kızlı erkekli genç bir grubun buluşmasına “masum bir yaz akşamı eğlencesi” olarak inanmaya çalışsam da beynim buna çok direndi. Onlar oradan kalkıncaya kadar gözümü dahi kırpmadım. Yalnız kalınca anlıyor ki insan, kendi türümüzden başka hiçbir şeyden bu kadar korkmuyoruz. Başka hiç bir şeye karşı bu kadar güvensiz değiliz…

Gün ağarmaya yakın kalkıyorlar. Ve hiç tanımadığım insanlardan geriye kalan biraları içiyorum. Güneş iyice yüzünü göstermeye başlıyor.
Bu sabah bu yolun sonunda olduğuma inandım ve geri dönmeye karar verdim. Sahilden ana yola doğru yürümeğe başladım. Çantamda ki yeni kıyafetleri çıkardım ve üzerime giydim. Yoğun bir formaldehit soludum. Cesetleri muhafaza etmek için kullanılan madde. Yeni evlerde, yeni mobilyalarda ve yeni elbiselerde formaldehit soluyabilirsiniz. Yeterince soluduktan sonra midenize ağrı girmesi, kusmanız ve ishal olmanız gayet doğaldır.

Arkama baktım. Ne kadar yürürsem yürüyeyim, deniz hala olduğu yerde duruyordu. Aniden kafamda şimşek çakmış gibi, ağaçlar, tatil siteleri, dalgalar, doğal yaşam, yağmurun uğramadığı bölgeleri aklıma getirmeksizin, denizi olduğu gibi gördüm. İki gündür hiç kimseyle konuşmamıştım. Bu yüzden denizi, dilin sınırlarına hapsolmadan algıladım. Çağrışım tuzağına düşmeden. Denizle ilgili doğru bildiğim her şeyi bir kenara bırakıp, öylece ona baktım. Çok kısa bir süre için olsa da sanırım onu gerçekten gördüm. Kafamda beliren bir anlık görüntü aslında “deniz” bile değildi. Doğal kaynaklardan biri değildi. Adı yoktu. En büyük amaç bu dedim. “Bilgiyi tedavi etmek”. Eğitimi, kafalarımızın içinde yaşıyor oluşumuzu.

Otoyoldan arabalar geçip gitti. Hiç durmadan yürümeye devam ettim.

Âdem’le Havva’nın İncil’deki hikâyesinden beri, insanların kasının kendi iyiliği için fazla çalışır olduğunu düşündüm. Şu elmayı yediklerinden beri. Çantamdaki son elmayı çıkarıp koca bir ısırık aldım. Ve yola amaçsız çıkmadığımı gördüm. Amacım vardı. “Tam şifa olmayacak olsa da, en azından insanları masumiyete geri döndürecek bir tedavi yöntemi bulmak.”

İçtiğim biralar işe yaramamıştı. Formaldehit işe yaramamıştı. Doğal ve yapay kafa yapıcı maddelerin hiçbiri işini görmemişti. Yan yana park etmiş arabaların arasına süzülmek ve yakıt depolarındaki benzini koklamak istedim. Kapakları açıp yağları koklamak... Sonra, Havva bu pisliğin içine bizi nasıl attıysa bende aynı şekilde çıkabilirim diye düşündüm.

Beyin korteksi, yani cerebrum. İşte sorun orada.  Eğer sadece beyin sapını kullanarak yaşabilseymiş, sorun ortadan kalkarmış. Bu, mutluluk ve üzüntünün ötesinde bir yer olurmuş.

Balıkların psikolojik durumlarına bağlı olarak ıstırap çektiklerini göremezsiniz.

Süngerler asla kötü bir gün geçirmezler…

Ayaklarımın altında ki çakıllar üzerine bastıkça o yana bu yana kayıp şıkırdadı. Yanlarından geçiyorken, arabalar kendi sıcak rüzgârlarını yaydı. Geçen arabalara el kaldırmak yerine bir dolmuşu durdurdum. Amacım hayatımı basitleştirmeye çalışmak değildi. Amacım kendimi basitleştirmekti. Pencere kenarında ki boş koltuğa oturdum. Bu yürüyüş deki deneyimlerimi yazdım bir bir.

“Her bağımlılık aynı sorunu çözmek için bulunmuş bir yöntemdir. Uyuşturucular, obezite, alkol, seks, büyük evlerde yaşamak veya para huzuru bulmak için kullanılan farklı farklı yöntemler sadece.  Bildiklerimizden kaçmak için. Eğitimimizden, elmayı ısırmış olmaktan.

Dil, dünyanın nimetlerini ve ihtişamını bertaraf etmek için bulduğumuz bir yöntem sadece. Yıkmak için. Defetmek için… İnsanlar dünyanın bu denli güzel olmasına katlanamıyorlar. Açıklanamaz ve anlaşılamaz olmasına. Biz artık gerçek dünyada yaşamıyoruz. Kavramlar ve semboller dünyasında yaşıyoruz.”

Yol bitti, dolmuştan indim. Elimi çantama attım. Şimdi daha uzaktan gördüğüm denize bakarken “gerçeğe son bir kez göz attığımı hissettim.”

Yarım kalan elmayı son bir ısırıkla bitirdim.

ÖZGE
Mersin 8 Eyl. 11

Hiç yorum yok: