Bu Blogda Ara

20 Kasım 2008 Perşembe

“KIRILMAZSA ŞİŞELER” İÇİN

Rüzgar yanağıma dokundu tüylerimi ürperterek. İrkilmemle titreyen sandalın denizde oluşturduğu halkalar boynuma dolanan darağacının gölgesinden beterdi. “Bir kez” daha baksam zifirinin hışmına uğrayacaktım, “Biraz” daha sallansam midemin içini görecektim, “bir an” daha dursam kemiklerimi kıracaktı usuldan şiddetlenen fırtına, “Bir an”da yığılıverecekti beden, ruh bile duymadan.
Bir deniz kızı selam verip geçmişti gökkuşağının başladığı yerden fırtınadan az evvel. Elimi uzatsam tutacaktım ama istemedim deniz kokusunun tenime sinmesini. Hem benim kurtaracak bir bencilliğim vardı, ve zaten benim paylaşacak bir yalnızlığım bile yoktu.
İçi çürüyen insanların soluklarının sadece şehri nemle kaplamadığını anlıyordum artık. Denizi bile bastırıyordu tükenmişlikler. Kaydı aniden parçalanmış ellerimden misinayla bağladığım yelkenler, çabalamadım yeniden tutmak için. şimdi istediğim tek şey şişesine iki satır yazabilmek için elimdeki şarabı bitirmekti. Bir yudum, bir yudum daha…
Umudum şaşmış bir pusula gibi dönüp duruyordu kendi ekseninde. Gitmeyi becerebildiğim ve sadece ulaştığımda neresi olduğunu anlayabileceğim tek yön “uzak”tı.
Şimdi hangisi daha çok acı veriyordu kestiremiyorum, işkenceyi uzattığı için “umut” mu, yoksa alabora olmaya ramak bir teknede iki yudum şarabımı paylaştığım “umutsuzluk” mu?

6 Kasım 2008 Perşembe


ANTAKYA'DA
sürekli gitmek gerektiğini anlıyorduk,
devinimler gidişlerden oluyordu, yer ler de,
ki -dir ler de.

kendimizi bulma işi bulmuştuk,
sigorta yok, para yok,çalışma saatleri yok...

"iş" bulmuştuk..
ki-iş; kişi-idi

sığınaklardan sokaklara, yalan düşlerlerden gerçek düş'e,
belki aşka belki gerçek inanca...

bulutundan ayrılmayan yağmurlar vardı orada...
biri sıcak biri soğuk odalar,
odaların içinde sokaklar,
odunların üzerinde sohbetler,
atölyeler,
bir de karşıda, rüzgarın yönüne eğilmiş ağaçlar!

4 Kasım 2008 Salı

im atölyesi "ÇAMUR " sayısı çıktı...

bir sohbet bizimki
bataklığın içinde.
yırtık elbiselerimiz.
biraz da kirli.
ellerimiz hep çamur.
bir yağmur sonrasını getiriyoruz sizlere
ellerimizin hamuru, ellerimizin çamuruyla.
ne yapmalı bu elimizdekini?
çoğunun yaptığı gibi birilerinin gözüne mi fırlatmalı?
-doğrusu şu sıralar gündem biraz çamurlu-
yoksa o çamurdan tyeni birşeyler mi yaratmalı?
yağmur ıslatmış toprakları.
bizim üstümüz kirlenmiş.
kimse pislik atmadı üstümüze, biz bile isteyerek avuçladık toprağı.
şekil verdik ona.
bata
çıka.
bizim şeklimize şemalimize baksanız
bizi adam yerine koymazsınız.
-şu sıralar elbiseleri üstlerine oturmayan, kıravatlı, gömlekli,
takım elbiseli, maymunlar geçiyor
sağdan soldan
atamıyoruz bir türlü.
bizim dünyamız başka türlü.
borsalar yükselmez bizde.
piyasalar dumura uğramaz.
ekonomimiz batmaz bizim.
rakamlar çığrından çıkmaz.
ekonomiden anladığımız doğanın dengesidir yalnız.
yani bir hücrenin sıvı dengesi, ısı dengesi, besin dengesi gibi birşeyler.
kaybetmez kimse
kazanamazda
ki kazanılacak ne kalmıştır daha.
ritim tutan çalgılarımız var bizim,
güzeli bulan burunlarımız,
hisseden dokularımız.
boka bulanmaz alınlarımız.
biz çamurun içinde,
bile isteye yaşayanlarız.
çamurumuz var bizim.
tutarız ellerimizde,
sıkıca kavrarız, kimseye fırlatmayız.
yarını örerken onunla,
bugünü de unutmayız.
bu sayı da böyle bir sayı.
çamur dedik adına.
bir yağmur sonrası.
evrenin dengesinin yepyeni,berrak bir haritası.
benliğimizden başka neyimiz var bizim.
ellerimizde ki son çamuru, yeninin hamurunu
atarsak birilerine
kuyusunu kayarsak birilerinin
hile, hurda, yalan, dolan kovalarsak.
nasıl bakarız kendi yüzümüze?
şimdi yeniyi bataklığın dibinden çekip alma vakti.
sen,
bir köşede kuruyup kalmış olan
bugün sende öğreneceksin yeşermeyi.