Bu Blogda Ara

20 Kasım 2008 Perşembe

“KIRILMAZSA ŞİŞELER” İÇİN

Rüzgar yanağıma dokundu tüylerimi ürperterek. İrkilmemle titreyen sandalın denizde oluşturduğu halkalar boynuma dolanan darağacının gölgesinden beterdi. “Bir kez” daha baksam zifirinin hışmına uğrayacaktım, “Biraz” daha sallansam midemin içini görecektim, “bir an” daha dursam kemiklerimi kıracaktı usuldan şiddetlenen fırtına, “Bir an”da yığılıverecekti beden, ruh bile duymadan.
Bir deniz kızı selam verip geçmişti gökkuşağının başladığı yerden fırtınadan az evvel. Elimi uzatsam tutacaktım ama istemedim deniz kokusunun tenime sinmesini. Hem benim kurtaracak bir bencilliğim vardı, ve zaten benim paylaşacak bir yalnızlığım bile yoktu.
İçi çürüyen insanların soluklarının sadece şehri nemle kaplamadığını anlıyordum artık. Denizi bile bastırıyordu tükenmişlikler. Kaydı aniden parçalanmış ellerimden misinayla bağladığım yelkenler, çabalamadım yeniden tutmak için. şimdi istediğim tek şey şişesine iki satır yazabilmek için elimdeki şarabı bitirmekti. Bir yudum, bir yudum daha…
Umudum şaşmış bir pusula gibi dönüp duruyordu kendi ekseninde. Gitmeyi becerebildiğim ve sadece ulaştığımda neresi olduğunu anlayabileceğim tek yön “uzak”tı.
Şimdi hangisi daha çok acı veriyordu kestiremiyorum, işkenceyi uzattığı için “umut” mu, yoksa alabora olmaya ramak bir teknede iki yudum şarabımı paylaştığım “umutsuzluk” mu?

1 yorum:

Adsız dedi ki...

çok hoş gerçekten.