Bu Blogda Ara

26 Eylül 2015 Cumartesi

Öyle uzak durma, söylemek istediğin birşey varsa yaklaş yanıma, yüksek sesle olmasa da fısılda kulağıma...
Dinlerim seni, hem anlamaya da çalışırım!

Ama öyle uzak durma!
Kanarım...
Bir erkek uzun süre sustuğunda sonu hep hüzün oluyor demiştim ya...
İşte o hüzüne hazırlıyorum kendimi! Uzun süredir susuyor, suskunluğu beni boğuyor!
İstiyorum ki değmesin bana, ne varsa uzak olsun!

Çünkü ben kayalı çok oldu gökyüzünden, ona ise sadece dilek tutmak kaldı!

21 Eylül 2015 Pazartesi

sevgili can;

"tunç bir gövdesi var zamanın, bundardır işte"...
en yakınındakinin yabacısı oluverirsin,
talan edilir içinde ki tüm umutlar!
...
öyleyse neden dün gece düşümde bir kuyruklu yıldızın peşi sıra dolandım durdum karanlıkları...


15 Eylül 2015 Salı

vakitli bir suskunluk


Sevgili Can;
sevmekten vazgeçmeyeceğim;
çünkü en iyi yüreği ile görebiliyor insan!

birbirimize iyi geceler demeden uyumaya alışmıs olsak da,
zaten uyku tutmuyor ki geceleri!

ve görebiliyorum ki yüreğimle;
yalnızca vakitli bir suskunluk bizim ki...

12 Eylül 2015 Cumartesi

Belki görürüm seni 
Hani belli olmaz, 
Olur ya belki seversin beni, 
Tutulacak yanım vardır 
Yüreğimde yerin.. 
Ve adın yanında soyadım. 
Keşke...

11 Eylül 2015 Cuma

...
Bir insan geldiğinde ya da
gittiğinde...
Ve ya bir grup yokolunca değil...
Özgürlük,
toplum insanlığa öncelik verdiğinde gelecektir...
Ve özgürlük hemen şimdidir!..


Behfmiyye"

8 Eylül 2015 Salı

dünyayı güzellik kurtaracak!

hadi öldürün, daha çok öldürün... ellerinizde ki kan izleri yetmez, bayrak rengi kızıla boyanmanıza!
hem bakın daha çok var; nefes almayı hak etmeyen kürt, alevi, ermeni...
daha çok var!

nefretiniz de azmadı daha. saldırıya geçmiş bir "kurt" kadar azmış değilsiniz henüz...
hadi öldürün,
ve yakın, yıkın...

kulaklarınızı tıkayın...
ve o gözleriniz hiç açılmasın!
daha çok kuşanın...
bıçaklarınız olsun, sopalarınız, tanklarınız ve tüfekleriniz!

yetmedi daha,
doymadık henüz gözyaşı ve kana!
vatana, millete, sakarya'ya!

daha çok yıkacaksınız
ve daha çok yakacaksınız...

ve unutmayın; asla bitiremeyeceksiniz umudumuzu,
toprağa bıraktığımız tohumlar yeşerecek daha...
motorlarımız gidecek maviliklere...
daha çok çiçeğe su vereceğiz; ekmek kırıntıları karıncalara...

siz silahlarınızı biz renklerimizi kuşanacağız!
türk, kürt, ermeni, arap...

siz mezarlar kazarken, biz yaşam sevici olacağız...

sizin dilinizde nefret, bizim içimizde güzellik olacak!
alevi, sünni, hristiyan...

ve pek sevgili ölüm seviciler unutmayın!
dünyayı güzellik kurtaracak!
bir insanı sevmekle başlayacak herşey!









Aklını yitirmiş bir topluluk

kan ile beslenen bir sistem

savaş isteyen bir avuç ruh hastası

ölen gençler...

Vatan sağ, ama sistem olarak
kimse sanmasın HDP binaları yanınca vatan kurtuldu..
Vatan kurtarma derdinde olanlar
hedef bellidir!!! (AKP)
Otobüsler zarar görünce
kimsenin acısı dinmedi
Mevsimlik çalışan (kürt) tarım işçilerinin
suratlarını dağıtmak için biriken
ve dinmeyen öfken saraylara dönmeli !!
Altın kadehlerle içiyor kanımızı!!
Sevindirmeyin zalimleri...
Vatan sağolmasın...
Vatan SOL olsun..
Bu vatan işçinin, emekçinin, toprağı elinden alınmış köylünün olsun...
Aksini isteyen faşist,
sarayın kölesi olsun ...
Kimse ortada değildir
ya sistemi yıkacaksın
ya da bu suçlara ortak olacaksın!!


Behfmiyye"

5 Eylül 2015 Cumartesi

nilüferler gibi...

"nilüferler...yalnızca bu çiçekler, hep bir yerlere gidecekmiş gibi azade ve özgür oluyorlar ama küçük bir havuzun içinde bir yere gitmeden yaşıyorlardı. 

hayatta böyle bir şeydi benim için; hep bir yerlere gidecekmiş gibi duran, yalnız ve bir yere gitmeyen bir çiçek. bütün bir hayatın özeti buydu. bende bir yere bağlanmadım ve bir yere gitmedim, öyle solgun bir nilüfer gibi bir havuzun içinde yalnız başıma durdum, köklerimi salamadım, ne olduğum yere sağlamca yerleştim, ne başka diyarlara kaçabildim, içinde durduğum havuzla birlikte kirlenip eskidim. 

bana bakanlar, beni seyredenler, beni sevenler oldu ama kimse yakasına takmadı beni, kimse odasına koymadı, kimse beni sulayıp büyütmek için uğraşmadı, onlara ihtiyacım olmadığını, havuzumda tek başına yüzebileceğimi düşündüler, ben de yüzdüm, kederi, yalnızlığı, kirlenmeyi öğrendim ve hayata benzedim."

Ahmet Altan: " tehlikeli masallar"

4 Eylül 2015 Cuma

Ahengi bozmayın

Bir bulut Küme'si gibiyim. Aşırı düzeyde – yükle yüklenmiş. Yaşama direncimi kıracak kadar çok üstelik. Hal böyle olunca gözle görülür bir elektrik boşalması yaşıyorum. Bir “Şimşek” oluyor Amanos’ların üstüne çakıyorum! Ve Amonoslarda hava aniden ısınıyor ve basıncı da artıyor... Sonra bir gök gürültüsü. Ardından kaçınılmaz olan, Yeryüzü ve gökyüzü arasında bir elektrik boşalması: yıldırım...

İşte tam böyle. Haftalarca süren sağnak yağış... Gökyüzü karanlık.

Oysa yalnızca bir bulut Kümesi negatif yükünü atmak istemişti üstünden. Hepsi buydu. Hem Doğanın kuralıydı. Bulutlar – yada + yükünü boşaltmazsa şimşek olmazdı. Şimşek olmazsa gök gürlemezdi. Şimşekle gökgürültüsü buluşmazsa yıldırımda olmazdı...

Yağmur yağmazdı. Yağmurun ardından gökyüzü aydınlanmazdı. Sular çekilirdi topraktan. Bitkiler büyümezdi. Toprak canlıları ayrışma yapamazdı. Ve yaşam döngüsünde bir tel kopar ve aheng ebediyen bozulurdu...

Doğal döngüsü içinde gerçekleşen ne varsa bırakın öylece!

Yüklerini boşaltsın bulutlar. Yağmurlar yağsın. Gökyüzü kararsın...
Bırakın ki aheng ebediyen kalsın!



3 Eylül 2015 Perşembe

hiç birşey

Kafan karıştı değil mi?
Ne yapacağını, nasıl yapacağını bilemiyorsun?
Hatta belki biraz da korktun.
Ama bildiğim birşey var... Eski bir arkadaşım öğretmişti:

" sevdiğini söylemeyen, gizleyen faşisttir"

Peki gizlemeyen neydi?
Cümlenin büyüsüne kapılıp, uzun yıllar boyunca kimseden gizlemedim sevdiğimi...
Ve gördüm ki gizlemeyen " hiç bir şeydi"

Faşist olmaktansa "hiç birşey" olmak daha kıymetliydi!

Korkma sakın, endişe etme...
Çünkü ben kimseye karşı ben Olmayı beceremedim, senden öte...
Bu da ben işte!
"Hiç bir şey"
...
kapı açık, algım açık, ağzım apaçık ve artık tüm söylenen sözler  beyhude...

bu çaba, bu koşuşturmaca hali, bu durgun suları bulandırıp kaos seviciliği yalnızca cılız kıvılcımlar doğuruyor beynimde.

nefes alamıyor değil de aldığımı veremiyormuş gibi hissetmekten gerçekten sıkıldım.

yeter!

ne bir nefes, ne bir jest ne de bir ses çıkmasın artık kıpraşıp duran bedenlerden.
kontrolsüzlükten doğan yeni yetme sorular, hepimize fazla gelmedi mi?
... 
bilinçsizce yapılan tüm eylemler adına konuşun, yalan söylediniz, hemde hepiniz!
nezaket kurallarını samimiyetsizce "tırnak" içine alanlar, ikiyüzlüydünüz!

itiraf edin, izin almak için çalmadınız kapıları, suçunuza biraz daha yılışıklık kattınız sadece!

usülsüzce binilmiş tüm katmanlar, en sonunda patladı ve gitti...
yankı üstüne yankı, sancı üstüne sancı bindi.


Gün doğdu, ben bittim!
Kuzgun suyu, aynı amaç, aynı ürperti, aynı muamma...

Bitmek bilmeyen Tükenmez kalemin sustuğu yerdeyim şimdi işte. Bu saatten sonra yapabilecek en mantıklı şey; 
Bir Yük vagonunda hiçbirşeye nüfuz etmeden, nefes dahi almadan beklemek, beklemek...
Bir merhaleden öbürüne...

Yolda kaybolanlara selam olsun
Ben geliyorump

Kıyıya Vuran Çocuklar

Kıyıya vuran çocuk cesetlerinin altında arıyoruz "gülüşlerimizi"... Çok zaman oldu oysa o en mahsum tebessümlerimizi yitireli.

Bombalı saldırılarda, sınırın telleri arasında, bir silahın namusunun ucunda, sanayide üstünde ki yağda, fabrikada ellerinde ki nasırlarda...

Vicdanımızı, duyarlılığımızı, inancımızı sınayan binlerce katliamın arasında "gerçek suçlunun" da kim olduğunu da yitirdik!!

Hep biz yitirdik! Hep bizim kayboldu cümlelerimiz.

Iki kelam ettiysek eğer, birinden mutlak eleştirildik, aforoz edildik, dayak yedik, mahkeme koridorlarını aşındırdık!

Bedel ödedik, yetmedi daha çok ödedik, o da yetmedi aklımızı yitirdik...
Kıyıya vuran çocuklar,
Araçlara koyulan bombalar,

Gece uykundayken üstüne yağan kurşunlar...
Ama artık bir dursunlar!

Ve neden var, savaşmak için silahlar!
Artık bir sussunlar!

2 Eylül 2015 Çarşamba

Olağan Şeyler


...
çok uzun bir hikayem yok.
buralarda şikayet de benim, suç da benim, olay örgüsü de benim, zaman mekan & algı sarmalı da.
kıyamet koparken bir kelime daha yazıverenler, yazı verenler, karar aşamasında sekip sarkıp kaçanlar, yol düzleştirmek için bir nefes daha asılanlar, bir kere daha asılanlar, yok yere asılanlar, boş yere aslanlar.

daha önce verdiğim sözler gibi bunlar da bitecek, düşten kalkmış kış kaşıntılarını andıran, öyle zamansız, öyle alakasız sözlerin hepsi yavaşça ayaklanacak. varoluşun sonu can yakarken, kimi çiçekli şiirlere boğar kendini, kimi de çiçek tohumlarını ayıklar, söver gider.
...

sızı

Aynı yoldayız, aynı zamanda...
Fakat farklı iklimlerde!
Onun güneşi başında,
Benimkinde ise; gözleri ağlamaklı bir gece...

Gerisi, susuzluktan dudağı kurumuş bir hikaye o kadar!

Benim ayaklarım kırılgan, onun gittikçe büyüyor adımları.
Anıları çoğalmaya hevesli, doğurgan bir köpek gibi. Benimkiler ise silik...

Bir Nisan ayı idi. Göbek bağını kesmiştim. Şişmiş parmak uçlarımın verdiği sızıya benzer bir acıydı!
Ne zaman büyüdü de koca bir yürek oldu, hep sızılı...

sayın çok iyi bilenler-2


nedir yaşamak?


bir parçalanmayı başarıyla sürdürmek mi, yoksa bir bütünleşme mi?
hangisi daha tehlikeli?
kim öğretir bize bütünleşmenin daha güvenli olduğunu?

nasıl oynamak istiyorsunuz bu oyunu?
kavı yükseltsek gene oyuna girer mi siniz?

anlaşılmak istiyorsunuz?

ya her şeyi biliyorsam hayatınız hakkında, ya gizlediğiniz her şeyi biliyorsam, ya bütün düşüncelerinizi, sırlarınızı, küçük numaralarınızı, değişen ses tonlarınızı...
yine de sever mi siniz sizi bu kadar anlayanı?
ya içini boşaltıyorsanız hayatın ve hayat içi boşaldıkça ağırlaşan bir şeyse. taşınması zor bir yükse?

bütünden ayrılan bir parça, vuruyorsa hayatın akorlarına, konçertonun bir ucundan girip öbür ucundan ter içinde ve çıldırarak çıkıyorsa... bir hayatı yakıp, bir hayatı doğuruyorsa?

yine de oynamak ister mi siniz bu oyunu?

yaşam olduğu sürece umud vardır

1 Eylül Dünya Barış Günü. Antakya’dayım. Toplanma alanına gittiğim vakit 16.30. Mitingin çağrısı da 16.30 olarak yapılmış. Henüz alanda bulunan kişi sayısı 50 bilemediniz 60. Bu bende bir motivasyon kaybı yaratıyor. Kenara, köşeye çekilip insanları izliyorum. Herkesin yüzünde bir tedirginlik var.
Kimisi Suruç’u konuşuyor. “ acaba kendi güvenlik önlemlerimizi aldık mı?” diye bir birine soruyor. Sorular etrafa keskin keskin bakan gözler altında yapılıyor.  Kimisi de katılımın ne kadar az olduğuna veryansın ediyor. Yaklaşık bir saat bekliyoruz. Ve ses aracı bu uzun bekleyişin ardından yürüyüş yolunun en önünde saf tutuyor. Bizlerde arkasında…
Yürüyüş sırasında bir arkadaşım “katılım ne kadar az değil mi?” diyor. Ben o sırada evlerinin balkonlarından, pencerelerinden, iş yerlerinden bizleri izleyen insanlara bakıyorum.
İnsanlar tepkisiz… Hayretim artıyor. İki yıldır ilk kez, savaşın dibinde yaşayan Antakya’lı ların sokağa inmemiş olmasına ya da sokakta değilse bile o balkondan, pencereden, iş yerinden “ses vermemiş” olmasına şaşıyorum.
Arkadaşıma dönüp “Gezi” diyorum. İşte gezide farklı olan buydu. Sokağa çıkmamışsa da olduğu yerden tencere tavasına vurur, alkış tutar ve bir tepki verirdi insanlar! Bir süre susuyoruz ikimizde. Sloganlara eşlik edemiyoruz.
Sonra Yağmur geçiyor önümden. Daha gencecik, lise öğrencisi Yağmur! Suruç yaralılarından. O beline kadar inen saçları ensesine değiyor şimdi. Ha bir de boynunda bir çizik!
“umutsuzluğumuzda boğulmayalım” diye yalandan birkaç cümle kuruyorum arkadaşıma. “en azından ortalamanın üstünde bir politik bilince sahip insanlarla yürüyoruz…”
İkimizde kurulan cümlelerin tatminsizliği içinde sohbetin bir an evvel bitmesini arzuluyoruz.
Bir ara kortejin dışına çıkıp mitinge katılım sayısına bakıyorum. Ortalama 650-700 kişi sayıyorum. Ve alana cılız atılan sloganlar eşliğinde ulaşıyoruz. Sunucular Antakya’nın bu süreçte yitirdiği evlatlarının adlarını anıyor. Ve ailelerini sahneye çağırıyor. İşte o an dakikalar süren ıslık ve alkış sesleri Uğur Mumcu Alanını dolduruyor!
Abdullah Cömert: Haziran isyanı şehidi
Ahmet Atakan: Haziran isyanı şehidi
Ali İsmail Korkmaz: Haziran isyanı şehidi
Halil Aksakal: Rojova Şehidi
Okan Pirinç: Suruç Şehidi…
Ahmet’in annesi Emsal abla ağladığı için konuşmasını zor tamamlıyor. 2013 1 Eylül’ünü hatırlatıyor kitleye. Ahmet’in en önde “barış” talebiyle binlerce insanı yürüttüğünü. “Oğlumu arıyorum aranızda” diyor sonra. Göremiyorum diyor. Ben dâhil yüzlerce kişi gözyaşlarına boğuluyoruz. Sahnede Okan’ın ailesinin ise gözyaşları sel oluyor.
Tertip komitesi konuşma yaparken alanda insanlar arasında dolaşıyorum. Herkes birbirine “ savaşta öldürülen çocuklardan, gençlerden, kadınlardan ve tüm yurttaşlardan” söz ediyor. Herkesin yüzü bir diğerinden daha asık.
Sonra yine Yağmur’u görüyorum. Geçen zaman içinde birçok kez görüyorum. Gülümsüyor Yağmur herkese. Gözleri ışıl ışıl…
Yağmur’un umuduna ve inancına özeniyorum…
Eylül ağıtlarla geldi Antakya’ya. Acılarla geldi. Gözyaşlarıyla geldi.
Sayısı az ama öfkesi de direnci de çok olan insanların “ yaşasın barış- tehy elselem”  sloganlarıyla geldi.
Ahmet’in, Abdullah’ın, Ali İsmail’in, Okan’ın ve Halil’in anılarıyla,

Yağmur’un umuduyla geldi. 

sevgili can

sevgili can;
bunca şeye rağmen nasıl bu kadar gülebiliyorsun diye düşünüyordum ki,
aklıma unuttuğum bazı cümleler geldi.

sahi; sen istemiştin değil mi?
unutmuşum...
unutmak da değil de hani, önemsememişim desen daha doğru olur!

hatırladın değil mi sende?
"aslında istemiyorum ama onu kıramıyorum" demiştin birine...
bir diğerine ise "görüşmememiz gerektiğine inanıyorum"

ah işte ayrıntılarda gizli ya her şey. nasılda kaçırdım gözümden. nasılda anlamadım. nasılda tam aksine inandım!

ah ne çok kızıyorum kendime. seninle görüşmemek bir tarafa da;
kanatlarımı kırdınız ya!
nasıl uçulur şimdi yepyeni umud'lara...