
Vüs’at O.Bener’in ‘Karatren’ine atlayıp gitmesinin üzerinden üç yıl geçti. Hantal ve üşengeç edebiyat camiası elinde onur ödülüyle istasyona vardığında beklemekten sıkıldığı ölümle buluşmak için yola çıkmıştı. Arkasında az sayıda eser bırakmasına rağmen özellikle öykülerindeki derinlik ve deneysellikle bereketli topraklar yaratan Bener, çaba ve itina sahibi okurlar için Türk edebiyatının en kıymetli yazarıydı. Romanlarında denediği, türün kabul edebileceği ölçüde çok katmanlı yapıya karşın sade ama çarpıcı öyküler üretti; Bilge Karasu'yla beraber öykünün damarlarını açtı.
50'li yıllarda yayımlanan “Dost” ve “Yaşamasız” kitaplarında topladığı öyküleri okunduğunda, İkinci Yeni'nin sadece şiirden ibaret olmadığı, okurda bir tür edebiyat 'çeteleşmesi' şüphesi uyandırdığı görülür. Toplumsal bir derdi olmadığı için çağdaşı romancılar tarafından eleştirilen Bener, esasında İkinci Yeni şairleri gibi toplumun bilinçaltını oluşturur. İnsanın toplum içindeki yalnızlığını, suskunluğunu ve acemiliğini öne çıkaran eserler verir. Yazdıklarının şifresinin çözülmesi çetin ama zevkli bir uğraş olduğu için uzunca bir tahlili farz. Ancak bu yazının konusu onun edebi kudretini en iyi ispatlayan öyküsü, ‘Havva’dır.
Yazar, köyden getirtilip besleme olarak orta sınıf bir ailenin yanında yaşatılan bir kızın kısa hayatını anlatır. Öykü de hayat da kısa olmasına rağmen dokunduğu konuların çeşitliliği şaşırtıcıdır. Fuentes “Gölgeleri olmayan bir hikaye yoktur” derken Havva’dan haberdar olabilir.
Gölgelerden irisi burjuva ahlakını ortaya serer. Havva, yanında kaldığı ailenin hanımı ve kızı tarafından ömrünün son anlarına kadar benimsenmez. Midesine düşkünlüğü, mahallenin erkeklerini evin kızı dururken baştan çıkarması, eşyalara zarar vermesi aileyi rahatsız eder. Ötekileştirme daha ilk cümlede başlar: “Benim saçlarım yumuşak. Havva’nın saçları keçe gibi.” Havva’nın kimsesi yoktur, kuvvetlidir, işe yarıyordur, nasıl olsa biri lazımdır. Bu sebeplerle kadın Havva’nın köye geri gönderilmesine karşı çıkar. Kimsesi olmadığı için gidecek yeri yoktur, bu işi yapmaya mecburdur; işe yaradığı için işveren de başkasının yerine Havva’yı istihdam eder. İştahının önünü soğanla kesmeye çalışır, beceremez.
Diğer gölge, özgürlüğün üstüne düşer. Evin hanımı, bir yere gitti mi Havva’yı eve kilitler, yoksa alır başını gider. Hatta çamaşırlığa kilitlendiğinde kömürden zehirlenir. Esaret o kadar acıtır ki, halıdaki beyaz kuşu çıkarmak için halıyı keser, temiz bir dayak yer.
Öykü Havva’nındır, ama anlatım biçimi sayesinde evin kızını tanırız. Kızın dilinden yazılmıştır, onun günlüğünden alıntıdır. Havva kızın üstüne kabus gibi çöreklenmiştir, ona derinden bir beddua ettirir: “Allahım şunu öldür!” Çocukluğa da ayrı bir gölge vardır. Kıskançlık varsa saflık da vardır. Havva’nın hastalığına üzülen kız aynı içtenlikle ağlar: “Allahım öldürme onu!”
Bener’in kısa bir öyküde bu kadar meseleyi anlatması onun değerini ortaya koyar. Ancak kullandığı üslup edebiyatın zirvesinde olduğunu gösterir. Havva’nın yaşamı trajiktir; esirdir, sürekli hastalanır, dövülür; ama Kemalettin Tuğcu’nun sümüklü karakterlerine benzemez, ölüm anı sündürülerek duygular sömürülmez, okurun yüreğine oturur, kendi tabiriyle nakavt eder: "Annem Havva’nın yanına gitti, yatağına diz çöktü. “Kızım Havva iyi misin evladım?” dedi. “Bak iyileştin artık. Canın bir şey istiyor mu? Ne pişireyim sana?” Havva baştan bir şey demedi. Sonra gözünü iri iri açtı: “Baklava,” dedi. Sonra da öldü."
Havva'nın Bener'deki hikayesi böyle son bulur, ama Diyarbakırlı çocuklar onu gittiği yerde yalnız bırakmazlar. Diyarbakır'da Hantepe Eğitim Şehitleri İlköğretim Okulu'nda göreve başlayan edebiyat öğretmeni Murat Özyaşar, bir gün okuldan eve dönerken uğradığı kitabevinde Bener'in Dost/Yaşamasız adlı öykü kitabına rastlar. Kısa sürede kitabı bitiren Özyaşar öğrencilerine de Havva'yı okur, onlardan Havva'ya mektup yazmalarını ister. Mektuplar Havva'nın en yakın arkadaşının, yanında kaldığı kızın ve annenin, hatta kendi elinden yazılır. Mektupların saflığından etkilenen öğretmen hepsini bir zarfa koyar ve Bener'e yollar. Yazılanları görünce çok sevinen Bener, öğrencilere bir koli kitap gönderir, onlara sağlığı el verirse ziyaretlerine geleceğini söyler, ancak sağlık durumu bu ziyarete izin vermez. Mektuplar, yazıldıktan iki yıl sonra (2005) Norgunk Yayıncılık tarafından kitaplaştırılır. Öğrenciler en az hikaye kadar çarpıcı mektuplar yazarlar. Merve Karaalp isimli öğrencinin Havva'nın ağzından aileye yazdığı mektup bunlardan biri:
Saygıdeğer Ailem,
Merhaba, ben Havva. Size bu mektubu çok hızlı yazıyorum çünkü ömrüm yetmeyebilir. Öleceğim ama üvey kardeşim süslü kağıtlarını aldım diye bana yine kızacak. Ben size biraz da kırıldım. Çünkü siz son günlerimde bile benim özgürlüğümü kısıtlıyorsunuz. Yine de ben öldükten sonra kendinizi suçlamayın. Siz bana öz olmasa da bir aile oldunuz. Gerektiğinde sevip, gerektiğinde dövdünüz.
Ölüm ve yaşam, Bener’in eserlerinde en çok dert ettiği ve arasında gidip geldiği kavramlardı. “Hayatın neresinden dönülse kardır” diyen yazara ailesinin verdiği ölüm ilanı da anlamlıdır:
godot
vüsat bey ölümünü bekliyor,
beni beklese ya
vüsat o.bener / manzumeler 1994
dipnot:
vüsat bey beklemekten sıkıldı.
ailesi
Vüs’at O.Bener’i birçok yönden niteleyebiliriz. Türk öykücülüğünün birincisi, kara anlatının ustası, Tutunamayanlar’ın Süleyman Kargı’sı, Tehlikeli Oyunlar’ın Hüsamettin Tambay’ı, Oğuz Atay’ın kafa dengidir. Ancak birçok okuru için Bener, ‘Havva’ nın yazarıdır. Belki de beraber sofra kurup yemeğe dalmışlardır.
İshak ÖVEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder