Bu Blogda Ara

6 Aralık 2007 Perşembe

gidenin ardından...


Küçük bir sobanın önünde ayaklarını ısıtmaya çalışırken, buz kesmiş parmakları tutuyor kalemi bırakmamak üzere!
(bir uçurum ne anlatır diğerine, boşluğu geren tanımlar anlamsızsa. Kar yığınıysa saçları küçük kızın.
Hangi bahçeye açılır boyası dökülmüş kapı.
Gökkuşağı çizerken bulutlar arasına, kesiliyorsa geceyle ışığın yolu.)
Gemilerini batırdığı bu kentte, nefes almaya çalışıyor sanki.
”nefes”.Omzuna asılı kalmış hüzün.
Son yolcusunu uğurluyor denize gülümserken.
Son köprüyü de atıyor militan yüreğiyle.
(akşamları kendi yalnızlığına, kendine kapanıyor herkesin kapısı.)
En yaman acısını yazıyor kız. En gizli köşesini yüreğinin. Kırılması için gözlerinin demir parmaklıkları.
(anlat, anlat ki bana umutla yaşasın güneşli günlerimiz. Fırtınasız deniz, güz rüzgarsız olur mu?)
Yüzünde kırışıklıklar beliriyor. Dudakları çatlamış, belikli susuz.”su” sessiz…
(iki suskun ırmak nasıl akar birbirine.)
Gittiğini yazıyor satırlara. Boyunca bir soru işareti var yanı başında.
(dönüp demir atmalı kıyılara. Direnmeli, yüzleşmeli acıyla.)
Kalemini bırakıyor işte. Duyuramıyorum sesimi ona! Sobanın fişini çekti. Lambayı söndürdü. Son bir kez dönüp bakmadan ardına gitti. Aldım elime savaştığı kâğıdı:
“gittim. Ayaklarım yorgundu.
Elimde kalan sıcaklığın ardından.
Gittim, üşüdükçe parmaklarım.
Ne yazgımdı ne umarsızlığım.
Yolumdu gittim.
Hüznün kıyılarına varana dek…
Karıştım yokluğun yağmurlarına.”

Hiç yorum yok: