
Çağımızın kudret göstergesi üniversitelerimizde aynı sınıfı paylaşıp, hiç tanışmayan 40–45 kişinin (bazen 20 veya 60) nefes nefese oturup, bilgi edinmeye çakıştığı, birbirinden gözlerini kaçırmaya çalışarak ifadesiz yüzlerle, bambaşka yönlere bakmaları size de garip gelmez mi? Bakacak yerde yoktur pek; sadece bembeyaz parlayan, önünde sunum yapan öğreticilerin bulunduğu tahtadan ve bir sürü binaları gördüğün pencereden başka…
…dar bir alanda, küçücük topluluğa zıt bir sessizlik…
Sabah tazeliğinde uçuşan bir koku, bir kaçamak bakış, belli belirsiz bir temas, konuşma isteği ile doldurur içinizi. Ama sınıf raconunda muhabbet hoş karşılanmaz. Medeniyet, “ders boyunca” yanınızdakiyle dahi laflamak yerine, başınızı öne eğip, öğreticinin ağzından çıkan her kelimeyi not etmeyi veya anlamayı ister sizden.
Hele koca bir sırada iki kişiyseniz durum daha da komikleşir. Ders biter, kapı açılır, “sıra arkadaşınıza” belli belirsiz gülümsersiniz. Sonra konuşması yasaklanmış iki modern köle gibi yere ya da havaya bakarak bu tesadüfî buluşmanın bitmesini beklersiniz.
Asırlardır, aynı mekânda buluştuğu herkesle, selamlaşıp konuşmaya alışmış insan, çağımızda kendi soyuna yabancılaşmasının ve külliyen suskunlaşmasının en sembolik mekânıdır üniversite sınıfları.
2004 yılında “yeni bir hayata adım atma” umuduyla geldiğim bu koskoca üniversitemizin merkezinde ben vardım sanki.
Sınıfa öğrenciler giriyordu, o mekanikleşmiş bacaklarıyla, diğer öğrencilerden uzakta, daha çok pencereye yakın olan sıralara oturmayı tercih ediyorlardı. Bense herkese inat bir kişiyi kestirdim gözüme, yanına oturdum. Onunla konuşmaya başladım.”nereliydi, neden Adana’ya gelmişti, üniversitede ne yapacaktı, hayattan beklentileri neyi?”
Benim peş peşe sorularıma kısa, yarım yamalak cevaplar verdi. Gözleri, pencereden içeriye giren güneş ışıklarındaydı. En fazla yirmi dakika sürdü sohbetimiz. Hepsi o.
Yaklaşık bir saat sonra kapı açıldı. Kafasında bir soru işaretiyle sınıftan çıkanların yerine yeni bir sıkılganlar kafilesi geldi.
Düşündüm uzun uzun…
İnsan, uzun tarihinde beklide ilk kez bu kadar yakınken uzaklaşıyordu birbirinden. Yine insan, yirmi dakikalık tanışıklıklarda yalnızlıklarından soyunmaya çalışıyordu.
Kalıcı dostluklar ve derin ilişkilerin yerini, anlık karşılaşmalar ve suskunluklar alıyor. Çukurova üniversitesi, göz alıcı cüssesi ve tükenmez telaşıyla yeniçağın gönüllü bir başınalığının başkenti adeta. Üniversitede herkes “yabancı” olduğundan kimse yabancılık çekmiyor. Herkes “farklı” olduğundan kimse kimsenin farklılığını fark etmiyor. Kimsenin yalnızlığı diğerininkini azaltmaya yetmiyor. Üniversite mi yalnızlaştırıyor insanı, insanlar mı üniversiteyi bir yalnızlık diyarına çeviriyor bilinmez.
Belki de herkes gelirken yalnızlığını da getiriyor yanında.
Şairin dediği gibi:
“ben nereye gitsem yalnızlığın başkenti orası”
EKİNYAS
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder