
Kapitalizm, emperyalizm derken Türkiye yeni bir kuşatmalar döneminin içine artık iyice girmiş bulunuyor.Türkiye’deki sosyalist hareketler neo-liberal politikaların hızlı bir şekilde gelişine geçerli bir program sunamamışken sistem saldırılarını iyice yoğunlaştırıyor.
AKP hükümetinin ezici bir üstünlükle tekrar iktidara geçişinin ardından,gündem her gün ayrı konular üzerinde şekilleniyor.Cumhur başkanlığı seçimi,anayasa tartışmaları,YÖK başkanın seçimi,Ortadoğu çıkartması,Ankara başta olmak üzere bir çok ilde yaşanan su sıkıntısı derken Türkiye toprakları üzerinde yaşam iyice zorlaşıyor.
Türkiye’de halklar günden güne düşmanlaşıyor. Üniversitelerimizde,liselerimizde sıra arkadaşları,fabrikalarda üretimde el ele veren işçiler, aynı mahallede oturup bir tas yemeği birlikte yiyenler etnik kökeninden kaynaklı birbirine düşüyor.
Sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırılan kamusal alanlar hızla tasfiye oluyor.
Türkiye’nin cenderesindeki su kaynarken tarım alanında da iyiden iyiye yıkım kendini gösteriyor.IMF,DTÖ ve DB dayatmalarıyla, AB’ye uyum süreci adı altında uygulanan “tarımda yıkım politikaları” “hukuki süreç” niteliğine dönüştürülüyor.
Kuşkusuz, 24 Ocak kararları ile Türkiye’nin neoliberal iktisadi zemine oturması, 12 Eylül rejiminin bu düzenin yürütülebilmesi için işçi ve köylü başta olmak üzere tüm emek yapılarını baskılaması, 1980’li yılların sonundan itibaren başlayan gazino kapitalizminin tüm üretim yapılarını kırması, tarımın ve köylülüğün tasfiyesi süreçlerinin Türkiye’deki yapı taşlarıdır.
Bu süreçte hayvancılık çökmüş, EBK – SEK – YEMSAN – TZDK özelleştirmeleri hayvansal üretim yapılarını kırmış, canlı hayvan sayılarında ciddi azalmalar meydana gelmiştir. Bunun yanında, tütün ve çayda liberalizasyona gidilmiş, üreticiler zor durumda bırakılmıştır.
1999 yılında başlayan 57 inci Hükümet dönemi, tarım politikalarının tümüyle IMF ve Dünya Bankası’na teslim edildiği yılların başlangıcıdır. Bu dönemde çıkarılan Tütün – Şeker ve Tarım Satış Kooperatiflerinin Yeniden Yapılandırılması yasaları, ilgili alanlardaki üretimi ve örgütlü yapıyı kırmış; özelleştirmelere zemin hazırlamıştır. Bunun yanında, girdi ve çıktı desteğine dayalı destekleme modeli tümüyle tasfiye edilmiş, yerine üretimle bağlantısız Doğrudan Gelir Desteği Sistemi kurulmuştur. Bu yapı, köylünün ürettiğine yabancılaşması ve finansman aracılığıyla kontrolü zeminini de yaratmıştır.
2002 yılı sonundan başlayan 58 ve 59 uncu Hükümet Dönemi, “tarımın ve köylülüğün tasfiyesinde istikrar” yılları olarak tarihe geçmiştir. Bu dönemde tarımın piyasalaştırılması ve doğal kaynaklarımızın (toprak – su – mera –kıyı gibi) sermayenin sınırsız ve kuralsız kullanımına açılması için birçok yasa çıkarılmıştır.
Tohumculuk, Tarım Sigortaları, Lisanslı Depoculuk, Toprak ve Tarım Yasaları, bunlar arasında öne çıkanlar olarak değerlendirilebilir. Yapılan özelleştirmelerle tarım piyasalarını düzenlemekle görevli tarımsal kamu kuruluşları ve KİT’ler yabancı sermaye ve yerli işbirlikçilerine peşkeş çekilirken, yaşanan talan süreci köylünün yoksulluğunu derinleştirmiştir. ortamda kırsal alanda tutunamayan köylünün kentlerin varoşlarına göçü organize edilmişmiş böylece köylerde kalanların piyasa üzerinden kontrolü kolaylaşırken, diğer yandan kentlerin varoşlarına yerleşen eski köylünün yedek işgücünü katılımı ile sendikasızlaştırma – taşeronlaştırma zemini güçlendirilmektedir.
Kapitalizmin kendini yeniden üretmesi süreci, üretim araçlarına piyasanın el koyması ile pekiştirilmektedir. Tarım arazisinden başlayarak tarımsal sanayi tesislerine dek sermaye, piyasa ilişkileri içinde üretim araçlarına el koymaktadır. Bu durum, feodalizim – yarı feodalizm – Asya tipi üretim tarzı tartışmalarının ötesinde, vahşi kapitalizmin Anadolu köylerine kuralsız – koşulsuz girişinin de habercisidir.
Tarım alanlarının yabancılara satışını izin veren düzenlemeler yanında, yaşam patentlenmeye ve köylünün girdiden çıktıya tüm alanlarda bağımlılaştırılmasına çalışılıyor. Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar, 10 yıla yakın bir süredir Türkiye’ye hiçbir sınırlamaya tabi olmadan girmekte, işlenme süreçlerine konu olmakta ve bir hak ihlali niteliğinde 800’ün üzerinde çeşitle tüketici sofrasına ulaşmaktadır. Yağdan hazır çorbaya, bebek mamalarından kolalı içeceklere kadar olan ürün yelpazesinde yer alan genetiği değiştirilmiş hammaddeler, tüketici sağlığını tehdit etmektedir.
Küçük köylülüğün tasfiyesini “modern – rekabetçi tarım için koşul“ gören meşruiyet temeli, bunun yanında işletme ölçeklerinin büyütülmesi ve sözleşmeli üreticilik ilişkilerinin yaygınlaştırılmasını da “tartışma dışı teknik doğrular” olarak kamuoyuna sunmaya çalışıyor.
Büyüyen ölçeğin doğuracağı yeni mülkiyet sorunları gizlenmeye çalışılırken, hazine arazileri üzerinde kurulacak organize tarım – hayvancılık bölgelerinde sermayenin yeni iktidar alanları kurgulanıyor.
Oysa, başta Avrupa ve Amerika’da olmak üzere, merkezi kapitalist ülkelerde tahrik edilen endüstriyel tarım modeli, toprağı – suyu - emeği bir üretim faktöründen ibaret görmekte ve daha fazla kar hırsı ile çevreyi hızla kirletirken, tüketicinin sağlıklı ve ucuz gıdaya ulaşma hakkını da hiçe saymaktadır. Bu bağlamda endüstriyel tarım emeğin düşmanıdır, kır ve kent yoksullarının düşmanıdır.
Bu çerçevede, kırsal yaşamın mirasçısı olan köylülerin; iyi yaşam, tarımsal kaynaklara erişim, tohum ve tarıma egemen olma, üretim araçlarına sahip olma, teknolojiyi üretme ve kullanma, ürettiğine yabancılaşmayarak üretiminin katma değerine sahip çıkma, tarımsal değerler – biyoçeşitlilik – doğayı ve çevreyi koruyup geliştirme ve örgütlenme hakları vardır.
ÖZGE
KAYNAKLAR:
Necdet ORAL Türkiye tarımında kapitalizm ve sınıflar
Halkevleri Halkın Hakları Formu Gıda Güvenliği, Tarım ve Beslenme Hakkı atölyesi sonuç bildirgesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder