
Sıcak bir yaz gecesinde elimde şarap şişesiyle hatırlıyorum kendimi. Başka zamanlardan ne kadar farklı? Hiç…
Müzik ağırdan işliyor içime, geçiş noktalarında yalnız bir çizgiyim. Farkında olmak kadar zor. Çizgi büyüyor saatler ilerledikçe, melodi ağırlaştırıyor zihnimdeki olguları...
Var olmayı düşünüyorum. Sartre’ın varoluşçuluğuna gönderme yaparak…
Aynı anda Marks ve Lenin’in toplum ve birey kavramlarını düşünerek. Çözümsüzlük koca bir kuyu oldu işte: neyiz buncada karmaşık olaylar içerisinde?
Birazdan yıkılacak duvarlar. Taşlar oynayacak yerinden. Kabulsüzlük diz boyu olacak… Birlikte yattığımız çarşafın kokusuna gidecek bilincim, kızaracak yüzüm.
Marks, Lenin, Sartre bırakacak yerini Özge’ye. Rasgele harfler belirecek kâğıtta. Kalemin mürekkebi bitecek. Gözlerinden geçececiğim.
Kalabalığın tartışmasına katılacağım. İmgeler ve simgelerin varlığını ve beyinlerimizde ettiği yeri çıkaracağım açığa.
Kalabalığın bende yarattığı özgüvenden ayrı tutarak kendimi…
Soğuk bir kış gününde her şeyin dışında tutarak kendimi, “ben” i düşüneceğim sonsuz bir anda. Fotoğraflara bakarak, gözlerimde biriken yaşı yutarak seni ve beni ve bizi düşünerek son bulacak gece. Gece bitecek. Siyah beyaza bırakacak kendini… Ve beyaz, bir damla yaş akıtacak gözlerimden…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder